Home Blog Page 9

Türk Denizcilik tarihinde Hamit Naci Özdeş Paneli ve Lütfi Müfit Özdeş…

Denizler dalgalıdır doğası gereği, cesur yürekler için ise fikri sörf zamanlarıdır.
Hürriyet sadece strateji ile inşa edilir. Hamit Naci Özdeş toplantısından çıkarttığım

“ Tonyukuk: Strateji ve Jeopolitik” kavramsal yapısıdır.

⁠Fahri Korutürk’ün gelini

⁠Soldan sağa: Cem Gürdeniz. Müfit Özdeş. Fahri Korutürk’ün oğlu

Atatürk ile birlikte 1906’da Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kuran Kırşehirli Lütfi Müfit Özdeş’in torunu Müfit Özdeş

 

2o Aralık 2024, Koç Müzesi, Hasköy, Haliç

 

 

 

Lübnan Anılarım

Sevgili dostlarım iyi akşamlar bugün 19 Eylül 2021 Pazar akşam saatlerindeyiz.

2003 yılında ben iş seyahati için Beyrut’a Lübnan’a gitmiştim daha sonra Saida ve Sur kasabalarına da inmiş, tabakhaneleri deri fabrikalarını gezmek için gitmiştim.

Lübnanlı hristiyan acentemiz bana yanında çalışan satış müdürünü tercüman olarak vermişti, Arap tabakhaneciler için tercümanlık yapar Levent bey demişti. Fakat ben bu seyahatim esnasında hiç tercümana ihtiyaç duymadım. Bir bilmece gibi gelebilir size ama bu bir gerçektir, çünkü ziyaret ettiğimiz tabakhanecilerin tamamına yakın kısmı Ermeni idi ve onlar benimle Orta Anadolu şivesiyle Türkçe konuştular, hatta ben de tercümana espri yaptım. “Senin benimle olmana gerek yok, ben kendi işimi görüyorum” dedim.

Hatırladığım bir Ermeni genç bir derici arkadaştı o zaman arkasında Hazreti Ali’nin portresi vardı çerçeve içerisinde. Anlaşılan İran’ın Şii kuşağı daha 2003 yılında Lübnan Ermenilerini de kapsama alanına almıştı.

Benim için çok özel bir anıdır. Sahada olan sahada dolaşan sürprizlerle karşılaşacaktır.

 

Afrika ve Konuşma Yetisi

Bir filozof için felsefe yapmanın zihinsel koşulları ve bu koşulları doğuran tarihsel gelişimi araştırmadan felsefenin kökenleri ile ilgilenmek mümkün değildir. Sahip olduğumuz bilgi birikimi, söz konusu zihinsel koşulların Afrika’da başladığını gösteriyor. Dolayısıyla felsefenin başlangıcına ilişkin olarak Afrika kıtasının felsefeye yaptığı en erken ve en önemli katkının ne olduğu düşüncesiyle birleşir.

Bundan 50.000 ila 100.000 yıl önce Afrika’dan Asya, Avrupa ve Avustralya’ya göç eden insanlar beraberlerinde felsefi açıdan önemli neler taşıdılar? Bu soruya verilecek en kuşku götürmez cevap konuşma yetisidir.

Konuşma yetkinliğine sahip olmak, insanın bundan 2500 yıl önceki Eksen Çağ’dan bu yana gelişmiş bir felsefeyi sadece anlayacak değil, aynı zamanda bunları ortaya çıkaracak bilişsel beceriye de sahip olması anlamına gelir. Aşağıda sıralı olan koşullar insanın dil hakimiyeti üzerinde olduğu gibi, felsefe yapma yetkinliği için de aynı derecede önemlidir.

1. insanlar özgür şekilde konuşabilirler. Verdikleri tepkiye neden olan dürtülerden bağımsız olarak, istediklerini söyleyebilirler. 2. her şey, şimdiki zamanlarında yer almayan, hatta hiç var olmamış şeyler hakkında bile evrensel bir şekilde konuşabilirler. 3. bakış açılarını dolayısıyla perspektiflerini değiştirebilir ve her şeyi başka şekilde söyleyebilirler. 4. kendileri hakkında düşünümle konuşabilirler. 5. kip kullanımı sayesinde ifadelerini genelleştirebilir, göreceleştirebiliyor, gerekli, genel geçer, mümkün, muhtemel, kuşkulu ya da yanlış vs hale getirebilirler. 6. söylemlerini mantık düzleminde kurup, ifadeleri için akılcı sebepler öne sürebilirler.

Dil etkinliği sosyal etkinliği şart koşar. Dilsel bir ifadeyi anlamamız, konuşmacının bu ifadeyle belli bir niyeti olduğunu ve sözlerinin onun için bir anlamı ifade ettiğini kabulümüz ile mümkündür ancak. Çevremizde bulunan kişilerin, kendi eylem ve davranışlarını belirleyen zihinsel tasavvur ve niyetlere sahip oldukları bilgisi temel bir felsefi bilgidir ve Afrika’dan tüm dünyaya yayılan erken dönem insanlar bu yetkiyi beraberlerinde taşımıştır. Kaynak: Felsefe Atlası. Elmar Holenstein. ss.66

İki kıtanın Avrupa sömürgeciliği öncesine dair en önemli farkı, Amerika’nın insanlığın en son, Afrika’nınsa ilk olarak yerleştiği kıta olması. Kolomb öncesi Amerika’nın etnik ve dil zenginliği yaklaşık 10.000 civarındayken, Afrika’da bunun on katıydı. Bunlar, “Afrika felsefesinin sözlü geleneğini” ortaya çıkarmaya çalışırken dikkat edilmesi gereken tarihsel ve coğrafi çerçeve koşullardır.

Afrika’daki çeşitli bölge ve dil gruplarını birbirine bağlayan, diğer kıtalarda yaşayan insanlarda da karşımıza çıkan bir şeydir: insanların gerek özgül dil becerileri, gerekse felsefi yetkinlikleri için temel koşul olan bilişsel yetiler. Afrika’nın felsefeye yaptığı en kalıcı katkı, alışılmadık dünya ve değer anlayışında değil, daha ziyade insanlığın erken tarihinde bu bilişsel yetilerinin geliştirilmesinde ve diğer kıtalara yayılmasında aranmalıdır. Kaynak: Felsefe Atlası. Elmar Holenstein. sayfa 80

“Anatomik açıdan modern insan”ın ( Homo sapiens sapiens) dünyaya yayılması günümüzden yaklaşık 100.000 – 10.000 yıl önce. “Anatomik açıdan modern insan”ın muhtemel ilk yaşam alanları Afrika’nın güneyi ve ortasında yer almaktadır Kaynak: Felsefe Atlası. Elmar Holenstein.  sayfa 43

Portekiz

Portekiz İmparatorluğu

Büyük resim işte bu harita..

Portekiz imparatorluğu haritasına bakıldığında Atlantik Okyanusu, Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu’nda ayrıca Akdeniz’in Cebelitarık girişinde Kızıldeniz‘de ve Basra Körfezinde dominyonlarının ayak izlerinin olduğu görülmektedir.

Portekiz imparatorluğunda, evet, Afrika’nın okyanus kıyıları. Ve tüm okyanusların kıyılarında konuşlanmışlar. Neticede Okyanus kültürü çıkmış ortaya. Değil mi?

İnanılmaz..

Portekiz’i değil ama dominyonu Makau’yu ve Tokyo’daki fuarda İspanyol ve Portekiz seramiklerini 1998’de görünce içim ışıldamıştı. Sonra yenilerde ulusal marşlarının 15.yüzyıldaki bir şairin anısına yazılan yegane marş olduğunu ve hicran duygudaşlığımızı öğrenince Levendane ruhdaşlığımı farkettim.

Ayrıca futbol  oyununda en başarılı teknik direktörler hep Portekizli.

Okyanuslara (Portekiz Brezilya) iki cepheden pencere olunca ruhlar deva buluyor, canlanıyor demek.

Şimdi hatırladım. Brezilya 2007 seyahat anılarım benim için müthiş şaşırtıcı olmuştu. Brezilya’daki insanların yüzlerindeki sürekli mutluluk ifadesi ve tebessüm. Hayata hep olumlu açıdan bakıyorlardı. Tabii burası demek ki Portekiz kültürü. Bir de şunu keşfetmiştim Brezilya’daki yerlilerle Avrupalıların melezleşmesini Rumeli’mize benzetmiştim. Türkler, Yörükler ve bilumum Balkan halklarının ortaya çıkardığı mükemmel insan prototipi.

Sonradan Avrupalıların hasetlikleri neticesinde kayboldu gitti tabii ki.

A Portuguesa – Wikipedia
Spanish Empire – Google’da Ara
Traveller’s Talk: Macau www.booksonturkey.com

Brezilyalılar bambaşka bir kimlikleri var.
Dans, müzik, güzellikle harmanlanmış çok insancıl kişilikler
Portekiz’de bu Afrika’ya yakın adalarda doğanlarda var
Ana toprak insanı daha ağır.
Ama güzel bir harman.
Sofralarına da davranışlarına da yansımış.
Bizim bence kökte kaybettiğimiz en hazin yan burası.

 

From Nile to Yamuna: The Geography of Poets: Indian Continent. Iran. Egypt

The region between the Nile and the Amu Darya (Source: Atlas of Philosophy, Elmar Holenstein)

In the first volume of Levendname poems published in 2022, poems were expressed on a ground covering the continents of Europe, Asia and Africa, including more than four hundred place names based on the geographies of Turkey & Turkestan . In fact, the poems we designed as the second volume, which have my footprints, whose air I breathe, from the heart’s eye of the Turk, from the pen of the word, covering the Indian continent, Iran and Egypt, were written in 2019 but were not published. The region in question, which covers the continents of Asia and Africa, which we can call Afrasia , is a triangle-shaped image of the basic pillars of the transitional continental integrity that covers the oldest civilizations.

I visited each of these three countries in 2017, 2018, and 2019. In this way, I bring together the places that left their mark on me with the human landscapes and diversity I saw in these mystical geographies through poems.

In addition, from Turfan to Peç, from Kazan to Mecca , in the four directions of the compass, Turkish poetry left its mark with thousands of poems by more than two hundred poets for 1000 years. Therefore, as Turks, let us put into verse once again the geographies of the civilizations in question, where our traces and stamps are left.

I hope that it will be a start for us to poetize our geographies across the continents. In Mehmet Akif ‘s Safahat Poems book, we come across traces of different geographies and people in these geographies. However, in the period following Safahat, although the poems of poets from different geographies outside our country were brought into our language, these geographies were not poetized by Turkish poets.

The origin of words is sound and frequency. The ancestors left continents behind them and covered distances by talking. They thought that their grandchildren would write.

I also write my articles digitally on my website; it’s practical and easy.

  • Levendname Poems: 2. Indian Travelogue
  • Levendname Poems: 3. Travelogue to Iran
  • Levendname Poems: 4. Travelogue of Egypt

Levendname; the code of the Great Mediterranean, which is the synthesis of the Great Asia where the ancestors galloped and the Mediterranean basin where they sailed to the seas. India, Iran and Egypt are the entrance gates and the heavenly levels. When the fascicles were completed; Sky. Earth. Person. Poetry Fasciles were actually written in 2019, but my mind was timed, so it reminded me on the first day of 2025 (9), “publish”. The symphony and oratorio of the blessed person in the width of time levels and grounds. It now begins to wait for its musicians towards the end of 2025; 9.

All three countries and civilizations continue to live together with deep traces in the minds of the Turks.

Nile-Amu Darya (Ceyhun)

 

Nile-Amu Darya (Ceyhun) region (green colored area) 

Harran. Alexandria. Cairo. Damascus. Jerusalem. Baghdad. Babylon. Uruk. Basra. Isfahan. Shiraz. Nishapur. Bukhara. Kazan. Altai Mountains. Karabalgasun. Karakorum. Kucha. Turfan

Source:  Atlas of Philosophy

In his book, Elmar Holstein, a historian of philosophy and author of the book Atlas of Philosophy, mentions the concept of the Nile-Yamuna Central Civilization Region . The main pillars of humanity’s civilizations rose in the region between the Nile in Egypt and the Yamuna River in the north-west of India.

Yamuna River (New Delhi, Agra cities)   

    I n d i a   C o n t i n e n t

India is a border and neighbor of Turkestan in the north, in a geography where Turkish states were established in large numbers and in the countries of the Indian continent , the Urdu language spoken means Ordu language and is a predominantly Turkish language. On the other hand, Indian culture has taken place in our inscriptions with words and concepts since the inscription period and our teacher Osman Fikret Sertkaya examined these words one by one within the scope of an article.

Buddhism is a religion of the Indian continent that has had a great influence on the Turks . Especially the Ghaznavid, Timurid and Mughal empires are the state structures where Turkish culture has reached a synthesis with Indian culture . Urdu, Sanskrit and Turkish have all been instrumental in valuable works and poems because they have a poetic language structure.

While Turkey has a rectangular geography located on the horizontal plane, India has a triangular geography located on the vertical plane from north to south.

Of course, another issue that should not be overlooked here is related to the role played by the Indian continent rivers such as the Indus and the Ganges in the nourishment and development of this poetic culture. The settlements along the Indus River , starting from Lahore in the north and extending down to Karachi, and the collective culture that developed in New Delhi, Agra and the surrounding cities along the Yamuna River in the geography of India , continue to live today.

During the British colonial period, Indian poetry experienced a new era under the influence of Western literature. Rabindranath Tagore is one of the most important poets of this period. Tagore, who received the Nobel Prize in Literature, made significant contributions to world literature with his poems written in Bengali.

Rabindranath Tagore, Bengali polymath

Tagore with his son, two daughters and daughter-in-law Tagore and Gandhi, 1940 Bülent Ecevit, Turkish Prime Minister and Poet. Bülent ECEVİT (1925-2006)

The interaction between Indian and Turkish poetry has contributed to the formation of a rich literary heritage. This interaction has built an important bridge not only in terms of language and style but also in terms of thought and worldview. Both literatures have become richer and have acquired a universal character under the influence of the other.

I r a n 

The Iranian languages, Soghud and Persian , have a long history of interaction with the Turkish language, and this interaction became even stronger first in the cities and geographies of Turkestan , and then when the Oghuz Turks moved south down the Seyhun River and entered the Iranian geography.

Especially in the Ghaznavid, Seljuk and Ottoman periods , Persian was a poetic language that sultans and poets admired. Persian is also related to Indian languages ​​in origin. Turkish poets Mevlana, Fuzuli, Nizam-ı Ganjavi, Hacı Bektaş-ı Veli wrote poems in Persian. Shahnameh , the most important epic poem of the Iranians , was requested from Firdevsi by the Ghaznavid ruler Mahmud and the poet produced this work based on the struggles of Iran and Turan and these epic poems are chanted in the coffeehouses by the Iranian people.

The first Turkish inscription, the Buğut inscription, is written in Sogdian on one side and Sanskrit on the other . While the Turks used Arabic in science, they preferred Persian in art and religious terminology, and they advanced their cultural interactions with Iranian culture and language, especially in the Khorasan and Khwarezm regions . Since all corners of the Iranian geography were inhabited by Turks, symbiotic existence and interaction had penetrated deeply into both cultures.

Azeris, Turkmens, Qashgai Turks, Avshars, Qajars, Karapapaks, Kazakhs, Khalaj are the communities that keep Turkish culture alive in the Iranian geography. After Turkey, the country with the largest population of Turks is Iran.

In the Iran and Azerbaijan section of the map of Turkish poems written in 218 settlements outside Turkey , Azerbaijan is represented by 256 poets, Tabriz by 49 poets, Shamakhi by 30 poets, Shirvan (Khorasan) by 22 poets, Khorasan by 20 poets, Ganja by 18 poets, Nakhchivan by 17 poets, Baku by 16 poets, Karabakh by 15 poets, Shusha by 14 poets, Isfahan by 11 poets, Gazvin by 9 poets, Gazeh by 8 poets, Harezm by 8 poets, Hamadan by 8 poets, Hoy by 7 poets, Shamkir by 5 poets, Shiraz by 5 poets, Ardabil by 4 poets, Maragha by 3 poets, Ordubad by 3 poets, Serab by 3 poets, Hamedan by 2 poets, Revan by 2 poets, Halhal by 1 poet from Khorasan Bistam, Eher and Isferayin by 1 poet each.

During the transformation process, when the Turks had not settled down and had not yet acquired a state and cultural structure, the migrations that took place pushed the Turks and Iranians into an inseparable partnership.

After the Chinese, the Turks’ oldest neighbors were the Iranians.

If we consider that Iran was always ruled by a Turkish state from the Sassanids until the second quarter of the twentieth century and that more than half of the people living within the borders of today’s state were Turks, we understand that this relationship was not only very long, but also very deep.

Especially the Iranians and the Turks, who have been in the middle of the Turkish world for the last thousand years, have learned many things from each other during this long neighborly relationship. The interaction between the Iranian and Turkish civilizations is an interaction that can be rarely seen in the world.

As is known, the literature produced in Anatolia until the Tanzimat period, when we came under western influence, is called Divan literature. Firdevsi ‘s Shahnameh, written during the Ghaznavid period , also had a great influence on Turkish literature.

The concept of Divan literature includes literature founded on the aesthetic principles of Arabic and Persian literature, especially Persian literature in the broad sense. This literature, nourished by Islamic culture, took Iranian literature as an example during its foundation phase. This example continued to increase and decrease from time to time during the foundation period of the Ottoman Empire and later periods.

According to Ahmet Hamdi Tanpınar, the mythology of Divan poetry was directly taken from Shahnameh. From here, we see that the mythological background of Divan poetry is mainly Persian Mythology. The mythological source of Divan poetry is Iranian tradition. The mythological and historical figures here are mentioned frequently in Divan poetry. ( Source: History, Cultural and Eternal Interaction of Iranian and Turkish Civilizations Mehmet Mücahit ARVAS)

E g y p t

The most vital issue that the elites pondered over during the establishment of the Egyptian state in 1925 was whether the official language would be Turkish or Arabic.

The first modernization movements in the Ottoman Empire were also initiated in Egypt in the early 19th century. Tahtavi (1801-1873) compiled his observations in Paris, where he was in 1826-1831, in a book and discussed how the Western lifestyle should be transferred to Egypt.

Some of the Turkish Poets Influenced by Egypt

  • Namık Kemal: Known as the poet of the homeland, Namık Kemal lived in Egypt during his exile. The beauties of the Nile River and the struggle of the Egyptian people are reflected in his poems.
  • Mehmet Akif Ersoy: Islamic poet Mehmet Akif Ersoy also visited Egypt and wrote some poems under the influence of this country.
  • Yahya Kemal Beyatlı: One of the important representatives of classical poetry, Yahya Kemal Beyatlı wrote many poems influenced by the historical and cultural richness of Egypt.

One issue that we should particularly mention here is the level of poetry reached by the Sumerian civilization, which came from Turkestan and settled in Mesopotamia via India, and the fact that the first love poem was written in the Sumerian civilization.

In this way, we can establish the connection between Turkestan, India, Sumer and Egypt . Because the Sumerian civilization is the most important of the main sources of the Egyptian civilization. In addition, the main indigenous people of Egypt, whom we call the Copts in Egypt, already have great wealth within the Christian church.

Among the geographies of India, Egypt and Iran that we have evaluated in this article , Egypt is the country that is most integrated with the Mediterranean, and in this sense, it is the most important country when we consider the Mediterranean’s environment that encourages interactions.

With its location at the intersection of Africa and Asia, Egypt thus embodies the cultural and artistic heritage of both continents. This geography is the Eastern Mediterranean region, known as the crucible of history, with Turkey in the north, Cyprus in the middle and Egypt in the south. This is a magical layering. With Turkey on its ceiling, Cyprus in the middle and Egypt at its base, this location is a poetic geography; it is also the apple of the eye of the sixth continent, the Mediterranean.

Six of our 11 poets born in Egypt were born in Cairo. Source: Turkish Literature Names Dictionary

As is known, every literary text is a kind of mirror of the period and environment in which it was created. In this sense, sometimes real, sometimes imaginary, various countries, cities, mountains, rivers and similar geographical elements are mentioned in the texts of classical Turkish poetry. One of the countries frequently encountered in the Divans is Egypt.

From the Tulunid period (868-905) until 1952, except for the Fatimid period, Egypt was ruled by people of Turkish origin or those raised in Turkish state culture.

Egypt, the cradle of one of the first civilizations in history, is a geographical region that the Turks have had relations with since ancient times. It came under Ottoman rule during the time of Yavuz Sultan Selim (in 1517) and thus began to be governed from Istanbul. After this date, relations between Anatolia, Istanbul and Egypt gained a different dimension; many Ottoman intellectuals began to visit this country for administrative, religious, political and social reasons.

In this context, many Ottoman poets went to Egypt for the purpose of studying, becoming governors, judges, clerks, traveling or for other reasons; some even preferred to live there. Indeed, the Gülşenî and Mevlevi lodges established by the Turks in Egypt created long-term and very important religious and literary circles there.

Conclusion

The British Empire , which tore its arch-rival Ottoman Turkish Empire to pieces and disintegrated it, and took control of countries such as Iran, India and Egypt , where Turks lived, due to the strategic raw materials of the time, be it cotton or oil, began to share the same fate from the beginning of the 21st century onwards.

The region described as the Middle East was initially India, which was ruled by the British. Later, the region shifted to the oil geography to the west of India, and the Arab lands were also included in the term Middle East.

The term Greater Middle East, which was first used in literature in 1943 after the Second World War, was now used by its cousin, the United States, to refer to a wide region starting from Morocco and extending into Central Asia.

These geographies where civilization was born were plundered starting from the end of the 19th century, and in the 21st century, there is hope for a rebirth in the geographies of Turkey, Turkestan, India, Iran and Egypt that we have mentioned here.
Poets, who were creators of magnificent poems with a rich cultural background, would be the preparers of revolutions.

Nil’den Yamuna’ya Şairler Coğrafyası: Hind Kıtası. İran. Mısır

Nil-Amuderya arası bölge (Kaynak: Felsefe Atlası, Elmar Holenstein)

Levendname şiirlerin 2022 yılında yayınlanan ilk cildinde Türkiye&Türkistan coğrafyaları esas alınmak suretiyle dört yüzü aşkın yer adlarını içeren ve Avrupa, Asya, Afrika kıtalarını kapsayan bir zeminde şiirler dile getirilmişti. Aslında ikinci cilt olarak tasarladığımız ve ayak izlerimin olduğu, havasını soluduğum, Türk’ün gönül gözünden, kelamın kaleminden, Hind kıtası, İran ve Mısır’ı kapsayan şiirler ise 2019 yılında yazılmış fakat yayınlanmamıştı. Sözkonusu bölge, Asya ve Afrika kıtalarını kapsayan, ki biz buna Afrasya diyebiliriz, geçiş kıta bütünlüğünün en eski medeniyetleri kapsayan temel sütunlarının bir üçgen şeklindeki görüntüsüdür..

Bu üç ülkenin her birinde de 2017, 2018, 2019 yıllarında ziyaret etmiştim. Bu mistik coğrafyalarda gördüğüm insan manzaraları ve çeşitliliği ile bende iz bırakan yerleri bu şekilde şiirler ile bir araya getirmiş oluyorum.

Ayrıca, Turfan’dan Peç’e, Kazan‘dan Mekke’ye, pusulanın dört yönündeki coğrafyalarda, Türk şiiri, 1000 yıl boyunca iki yüzü aşkın şairler tarafından binlerce şiirler ile izlerini bırakmıştı. O halde Türkler olarak izlerimizin, damgalarımızın yer aldığı söz konusu medeniyetler coğrafyalarını da dilimizce yeniden dizelere dökelim.

Kıtalar boyunca coğrafyalarımızı şiirleştirmemizin bir başlangıç olmasını ümid ediyorum, Mehmet Akif’in Safahat Şiirleri kitabında değişik coğrafyalar ve bu coğrafyalardaki insanların izlerine rastlamaktayız, fakat Safahat’ın ardından gelen dönemde, ülkemiz dışındaki değişik coğrafyalarda yer alan şairlerin şiirleri dilimize kazandırılmasına karşın, söz konusu coğrafyalar Türk şairlerce şiirleştirilmemiştir.

Sözcüklerin aslı ses ve frekans. Konuşa konuşa kıtaları peşlerinde bırakmış, mesafeleri katetmişler atalar. Torunlar yazarlar diye düşünmüşler.

Ben de yazılarımı dijital ortamda web siteme konuşayazıyorum; pratik ve kolay.

  • Levendname Şiirler: 2. Hind Seyahatnamesi
  • Levendname Şiirler: 3. İran Seyahatnamesi
  • Levendname Şiirler: 4. Mı’Sırlar Seyahatnamesi

Levendname; ataların at koşturduğu Büyük Asya ile denizlerine yelken açtığı Akdeniz havzasının birlikte sentezi olan Büyük Akdeniz’in şifresi. Hind, İran ve Mısır ise giriş kapıları ve gök mertebeleri. Fasiküller tamamlandığında; Gök. Yer. Kişi. Şiir Fasikülleri aslında 2019 da yazıldı ama demek zihnim, zaman ayarlıydı ki, 2025 (9) in daha ilk gününde bana hatırlattı, “yayınla“ diye. Zaman mertebeleri ve zeminler genişliğinde kutlu kişi senfonisi, oratoryosu. Müzisyenlerini beklemeye başlar artık 2025 in; 9’un sonlarına doğru.

Her üç ülke ve medeniyet de Türklerin zihin dünyalarında derin izlerle birlikte yaşamaya devam etmektedir.

Nil-AmuDerya (Ceyhun)

 

Nil-Amuderya (Ceyhun) bölgesi (yeşil renkli alan) 

Harran.  İskenderiye. Kahire. Şam. Kudüs. Bağdad. Babil. Uruk. Basra. İsfahan. Şiraz. Nişapur. Buhara. Kazan. Altay Dağları. Karabalgasun. Karakorum. Kuça. Turfan

Kaynak: Felsefe Atlası

Felsefe Atlası kitabının yazarı felsefe tarihçisi Elmar Holstein‘ın kitabında Nil-Yamuna Merkez medeniyet bölgesi kavramından söz etmektedir. Mısır’daki Nil ve Hindistan‘ın kuzey batısındaki Yamuna nehirleri arasındaki bölgede insanlığın ana medeniyet sütunları yükselmiştir.

Yamuna Nehri (Yeni Delhi, Agra kentleri)   

    H i n d   K ı t a s ı

Hindistan, kuzeyindeki Türkistan’ın sınırdaşı ve komşusudur, Türk  devletlerinin çokça sayılarda kurulduğu bir coğrafyada ve Hind kıtası ülkelerinde konuşulan Urduca dili, Orduca anlamına gelmektedir ve Türkçe ağırlıklı bir dildir. Diğer yandan, Hind kültürü daha yazıtlar devrinden başlamak üzere kelime ve kavramlar ile yazıtlarımızda yer almış ve Osman Fikret Sertkaya hocamız bu kelimeleri, teker teker bir makale kapsamında incelemiştir.

Budizm, Türkler üzerinde geniş etkilere sahip bir Hind kıtası dinidir. Özellikle Gazneli, Timurlu ve Babür imparatorlukları Türk kültürünün Hind kültürü ile birlikte bir senteze ulaştığı devlet yapılarıdır. Urduca, Sanskritçe ve Türkçe hep birlikte şiirsel bir dil yapısına sahip oldukları için değerli eserlere, şiirlere vesile olmuşlardır.

Türkiye, yatay düzlemde yer alan dikdörtgen bir coğrafyaya sahip iken, Hindistan ise dikine düzlemde kuzeyden güneye yer alan üçgen şeklindeki bir coğrafyadır.

Tabii burada göz ardı edilmemesi gereken bir husus da İndus ve Ganj gibi Hind kıtası nehirlerinin bu şiirsel kültürün beslenmesinde, gelişmesinde ne denli bir rol aldıkları ile ilişkilidir. İndus nehri boyunca kuzeyde Lahor’dan başlamak üzere Karaçi’ye kadar inen yerleşmeler ve Hindistan coğrafyasında Yamuna nehri boyunca Yeni Delhi, Agra ve civarındaki kentlerde gelişen ortaklaşa kültür günümüzde de yaşamaya devam etmektedir.

Britanya sömürge döneminde Hint şiiri, Batı edebiyatının etkisi altında yeni bir dönem yaşar. Rabindranath Tagore, bu dönemin en önemli şairlerinden biridir. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Tagore, Bengalce dilinde yazdığı şiirleriyle dünya edebiyatına önemli katkılar sağlamıştır.

Rabindranath Tagore, Bengali polymath

Tagore with his son, two daughters and daughter-in-law Tagore and Gandhi, 1940 Bülent Ecevit, Turkish Prime Minister and Poet. Bülent ECEVİT (1925-2006)

Hint ve Türk şiirleri arasındaki etkileşim, zengin bir edebiyat mirasının oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu etkileşim, sadece dil ve üslup düzeyinde değil, aynı zamanda düşünce ve dünya görüşü açısından da önemli bir köprü kurmuştur. Her iki edebiyat da, diğerinin etkisiyle daha da zenginleşmiş ve evrensel bir karakter kazanmıştır.

Urduca Şiirler

https://www.instagram.com/reel/DDt8O-HCPhB/?igsh=a21hdnVsZTAxN3hu
https://www.instagram.com/reel/DDJ-WXVC-qz/?igsh=MXJ2bXJvbGU0NTVr
https://www.instagram.com/urdupoetrypoint?igsh=Mmw5Zzhpa3dxM3Q2
https://www.instagram.com/reel/DEFYmeeiuJX/?igsh=OXVtZDI0c2JicHRx
https://www.instagram.com/reel/DDRKnLJC1yM/?igsh=MThxdmFocHdjM3RqaQ%3D%3D
https://www.instagram.com/reel/DCAC3CYMXNZ/?igsh=dDYwMnBuaGl3YzUy

İ r a n

https://www.instagram.com/reel/DCAC3CYMXNZ/?igsh=dDYwMnBuaGl3YzUy

İran dillerinden olan Soğutça ve Farsça ise Türk dili ile çok uzun bir etkileşim geçmişine sahip olup önce Türkistan şehirlerinde ve coğrafyalarında, ardından da Oğuzlar Seyhun Nehri’nden aşağıya, güneye doğru inerek İran coğrafyasına girdiklerinde, etkileşim daha da sıkılaşmıştı.

Özellikle Gazne, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde, devletlerinde Fars dili sultanların, şairlerin özendikleri bir şiir diliydi. Farsça ayrıca Hind dilleri ile de köken olarak ilişkilidir. Türk şairleri Mevlânâ, Fuzuli, Nizam-ı Gencevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Farsça şiirler yazmışlardır. İranlıların en önemli destansı şiiri olan Şahname, Gazneli hükümdarı Mahmut tarafından Firdevsi‘den talep edilmiş ve şair İran ile Turan‘ın mücadelelerini esas alan bu eserini ortaya koymuştur ve bu destansı şiirler İran halkı tarafından kıraathanelerde terennüm edilmektedir.

İlk Türk yazıtı olan Buğut yazıtının bir yüzü Soğutça diğer yüzü ise Sanskritçe olarak düzenlenmiştir. Türkler bilimde Arapçayı kullanırlar iken, sanatta ve dini terminolojide Fars dilini tercih etmişler, İran kültürü ve dili ile olan kültürel etkileşimlerini özellikle Horasan ve Harezm bölgeleri topraklarında ileri seviyelere çıkarmışlardı. İran coğrafyasının tüm köşe bucakları dahil olmak üzere Türkler ile meskun olduğundan simbiotik varoluş ve etkileşim her iki kültürün derinlerine kadar nüfuz etmişti.

Azeriler, Türkmenler, Kaşkay Türkleri, Avşarlar, Kaçarlar, Karapapaklar, Kazaklar, Halaçlar, İran coğrafyasında Türk kültürünü yaşatan topluluklardır. Türkiye’nin ardından Türklerin en yoğun olarak yer aldığı ülke İran’dır.

Türkiye dışındaki 218 yerleşim yerinde yazılan Türkçe şiirler haritasının İran ve Azerbaycan bölümünde, Azerbaycan 256 şair, Tebriz 49 şair, Şamahı 30 şair, Şirvan (Horasan) 22 şair, Horasan 20 şair, Gence 18 şair, Nahcivan 17 şair, Bakü 16 şair, Karabağ 15 şair, Şuşa 14 şair, İsfahan 11 şair, Gazvin 9 şair, Gazeh 8 şair, Harezm 8 şair, Hemedan 8 şair, Hoy 7 şair, Şemkir 5 şair, Şiraz 5 şair, Erdebil 4 şair, Meraga 3 şair, Ordubad 3 şair, Serab 3 şair, Hamedan 2 şair, Revan 2 şair, Halhal, Horasan Bistam, Eher, İsferayin birer şair ile temsil edilmiştir.

Türklerin yerleşik düzene geçmediği, devlet ve kültür yapısına henüz kavuşmadığı dönüşüm sürecinde, yaşanan göçler Türkler ile İranlıları artık ayrılamaz bir ortaklığın içine itivermiştir.

Türklerin Çinlilerden sonra en eski komşuluğu İranlılarla olmuştur.

Sasanilerden yirminci yüzyılın ikinci çeyreğine kadar İran’ın daima bir Türk devleti tarafından yönetildiği ve bugünkü devletin sınırları içinde yaşayan halkın yarıdan çoğunun Türk olduğunu düşünürsek, bu ilişkinin sadece çok uzun değil, aynı zamanda çok derin bir ilişki olduğunu anlarız.

Hele son bin yılda Türklük dünyasının ortasında kalan İranlılar ile Türkler, bu uzun komşuluk ilişkisi sırasında birbirilerinden pek çok şey öğrenmişlerdir. İran ve Türk medeniyetlerinin etkileşimi dünya üzerinde nadir görülebilecek bir etkileşimdir.

Bilindiği üzere, Anadolu coğrafyasında, batı tesirine girdiğimiz Tanzimat dönemine kadar meydana getirilen edebiyata Divan edebiyatı adı verilmektedir. Türk edebiyatında, Gazneliler döneminde yazılan Firdevsî’nin Şehnâme isimli eserinin de etkisi büyüktür.

Divan edebiyatı kavramı, Arap ve Fars -özellikle Fars- edebiyatlarının geniş anlamıyla estetik kaideleri üzerine kurulmuş edebiyatı içine almaktadır. İslam kültüründen beslenen bu edebiyat, kuruluş aşamasında İran edebiyatını kendisine örnek kabul etmiştir. Bu örneklik Osmanlı’nın kuruluş devri ve daha sonraki dönemlerinde de zaman zaman artan ve azalan şekilde devam etmiştir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre Divan şiirinin mitolojisi doğrudan doğruya Şehnâme’den alınmıştır. Buradan da Divan şiirinin mitolojik arka planının ağırlıklı olarak Fars Mitolojisi olduğunu görürüz. Divan şiirinin mitolojik kaynağı İran esatiridir. Burada yer alan mitolojik ve tarihî kişilikler, Divan şiirinde çokça zikredilmiştir. (Kaynak: İran ve Türk Medeniyetlerinin Tarihi, Kültürel ve Ebedi Etkileşimi Mehmet Mücahit ARVAS)

M ı s ı r

Mısır devletinin 1925’lerdeki kuruluş aşamasında elitlerin üzerinde kafa yorduğu en hayati konu resmi dilin Türkçe mi yoksa Arapça mı olarak tespit edileceği hususu idi.

Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk modernleşme hareketleri de 19. yüzyıl başlarında Mısır’da başlatılmıştı. Tahtavi (1801-1873), 1826-1831 yılları arasında bulunduğu Paris’deki gözlemlerini kitaplaştırıp, Batı’daki hayat tarzının Mısır’a nasıl aktarılması gerektiği konusunu işledi.

Mısır’dan Etkilenen Türk Şairlerinden Bazıları

  • Namık Kemal: Vatan şairi olarak bilinen Namık Kemal, sürgünde bulunduğu dönemde Mısır’da yaşamıştır. Nil Nehri’nin güzellikleri ve Mısır halkının mücadelesi, şiirlerine yansımıştır.
  • Mehmet Akif Ersoy: İslam şairi Mehmet Akif Ersoy da Mısır’ı ziyaret etmiş ve bu ülkenin etkisiyle bazı şiirler yazmıştır.
  • Yahya Kemal Beyatlı: Klasik şiirin önemli temsilcilerinden Yahya Kemal Beyatlı, Mısır’ın tarihi ve kültürel zenginliklerinden etkilenerek birçok şiir kaleme almıştır.

Burada özellikle de değinmemiz gereken bir husus ise Türkistan’dan inerek, Hindistan üzerinden Mezopotamya‘ya yerleşen Sümer medeniyetinin şiirde ulaştığı seviyeler ve ilk aşk şiirinin Sümer medeniyetinde yazılıyor olmasıdır.

Biz bu şekilde Türkistan, Hindistan, Sümer ve Mısır bağlantısını kurabilmekteyiz. Çünkü Sümer medeniyeti Mısır medeniyetinin de ana kaynaklarından en önemlisidir. Ayrıca Mısır’daki Kıpti olarak adlandırdığımız Mısır’ın ana yerli halkı da Hristiyan kilisesi bünyesinde halihazırda büyük zenginlikleri barındırmaktadırlar.

Bu yazıda değerlendirdiğimiz Hindistan, Mısır ve İran coğrafyaları içinde, Akdeniz ile en bütünleşik olan ülke Mısır’dır, bu anlamda Akdeniz’in etkileşimleri teşvik eden ortamını göz önüne aldığımızda en önemli bir ülkedir.

Afrika ve Asya’nın kesiştiği bir coğrafyada yer alan konumu ile Mısır bu şekilde her iki kıtanın da kültür-sanat birikimlerini bünyesinde barındırmaktadır. Bu coğrafya tarihin potası olarak adlandırılan doğu Akdeniz bölgesidir, kuzeyinde Türkiye ortasında Kıbrıs ve güneyinde Mısır yer almaktadır. Bu sihirli bir tabakalanmadır. Tavanında Türkiye, ortasında Kıbrıs ve tabanında Mısır’ın yer aldığı bu konum şiirsel bir coğrafyadır; altıncı kıta Akdeniz’in de gözbebeğidir.

Mısır’da doğan 11 şairimizin 6 sı Kahire doğumludur. Kaynak: Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü

Bilindiği üzere her edebî metin, meydana getirildiği dönemin ve çevrenin bir çeşit aynasıdır. Bu manada klasik Türk şiiri metinlerinde de bazen gerçek, bazen hayâlî muhtelif ülkeler, şehirler, dağlar, ırmaklar ve benzeri coğrafî unsurlar geçmektedir. Divanlarda sık sık karşılaşılan ülkelerden biri de Mısır’dır.

Mısır; Tolunoğulları döneminden (868-905) başlayarak 1952’ye kadar, Fatımîler devri hariç, ya Türk asıllı yahut Türk devlet kültürü içinde yetişmiş insanlar tarafından yönetilmiştir.

Tarihteki ilk medeniyetlerden birinin beşiği olan Mısır, Türkler’in çok eski devirlerden beri ilişki kurduğu bir coğrafi bölgedir. Osmanlı yönetimine ise, Yavuz Sultan Selim zamanında (1517’de) geçmiş ve böylece İstanbul’dan idare edilmeye başlanmıştır. Bu tarihten sonra Anadolu ve İstanbul ile Mısır arasındaki ilişkiler daha değişik bir boyut kazanmış; bu ülkeye idarî, dînî, siyasî ve sosyal sebeplerle birçok Osmanlı aydını gidip gelmeye başlamıştır.

Bu bağlamda pek çok Osmanlı şairi de tahsil yapma, valilik, kadılık, kâtiplik, seyahat veya başka sebeplerle Mısır’a gitmiş; hatta kimisi de orada yaşamayı tercih etmiştir. Nitekim Mısır’da Türkler tarafından kurulan Gülşenî ve Mevlevî tekkeleri, burada uzun süreli ve çok önemli birer dînî ve edebî muhit meydana getirmişlerdir.

Sonuç

Ezeli rakibi Osmanlı Türk İmparatorluğunu lime lime eden, parçalayan, içinde Türklerin yer aldığı İran, Hindistan, Mısır gibi ülkeleri de pamuk olsun, petrol olsun, zamanın stratejik hammaddeleri nedeniyle idaresi altına alan İngiliz imparatorluğu, 21. yüzyılın başlarından itibaren kendisi de aynı kaderi paylaşmaya başlamıştır.

Orta Doğu olarak tarif edilen bölge başlangıçta, İngilizler tarafından yönetilen Hindistan idi. Daha sonra bölge Hindistan’ın batısına doğru petrol coğrafyasına yer değiştirdi ve Arap toprakları da Orta Doğu tabirinin içerisine dahil edildi.

Literatürde ilk kez 1943 yılında ikinci Dünya Savaşı sonrasında  kullanılan Büyük Orta Doğu tabiri, bu sefer kuzen ABD tarafından Fas’tan başlayarak Orta Asya içlerine kadar giden geniş bir bölgeyi ifade etmek üzere kullanılacaktı artık.

Medeniyetin doğduğu bu coğrafyalar 19. yüzyıl sonlarından başlamak üzere talan edilmişti ve 21. yüzyılda burada dillendirdiğimiz Türkiye, Türkistan, Hindistan, İran ve, Mısır coğrafyalarında hep birlikte bir yeniden doğuş ümit edilmektedir.
Zengin bir medeniyet birikimine sahip olarak muhteşem şiirlerin yaratıcıları olan şairler devrimlerin hazırlayıcıları olacaklardı.

Prof.Dr.Ulvi Keser’in Kıbrıs üzerine Kitap ve Makaleleri

 

 

 

 

 

Ulvi Keser’in Kitap ve Makaleleri 

Atatürk’ün Kıbrıs faaliyetleri

TURK_MUKAVEMET_TESKILATI_NDA_KISILER_VE

 

 

 

Malta Konferansı

Malta Çarşısı, Fatih, 26 Mart 2020

Yalta şablonu tam bir maymuncuk, ama karşıtı olan Malta şablonunu da Türkiye inisiyatif olarak kendisi oluşturabilecek mi, bu önemli jeopolitik bir sorudur.

Yalta’nın karşıtı İstanbul’un tarihi Yarımadası’nı simgeleyen Fatih’teki Malta semtidir.

Yalta konferansı, ikinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan müttefikler ABD, İngiltere ve Rusya arasında düzenlenmiştir. Dikkat çekici olan savaş ve galibiyet buradaki konferansın ana tetikleyicileridir.

O halde Türkiye de  küresel dizaynların, 1949’da Doğu Türkistan’da, 8 Aralık 2024’de Suriye’de, bu üçlü tarafından aralarındaki gizli açık görüşmeler neticesinde yapıldığı gerçeğinden hareket ederek, kendi inisiyatifi ile, şahsen ben ona Malta Konferansı diyorum, birlikteliğini bir şekilde oluşturma durumundadır.

Neden denilecek olur ise Türkiye imparatorluklar geçmişi ile birlikte Yalta ülkelerinden çok daha fazla kıtasal yönetim tecrübelerine ve birikimlerine sahip olan bir devlettir. Yalta Konferansında görüşülmüş, konuşulmuş ve Batı kampına katılması konusunda mutabakat sağlanmış bir ülke olarak Türkiye, kendi bağımsız iradesine sahip gözükmemektedir. Çünkü, Yalta konferansı’nın neticeleri arasında masada konuşulan ülkelerin kamp değiştirmemeleri konusu da var idi

Yalta Konferansı ya da Kırım Konferansı (İngilizce: Yalta Conference, Rusça: Ялтинская конференция / Yaltinskaya konferentsiya), II. Dünya Savaşı sırasında 4 Şubat 1945 – 11 Şubat 1945 tarihleri arasında SSCB’nin önde gelen tatil yeri Yalta’nın 3 kilometre güneyinde bulunan Livadia Sarayı’nda düzenlenen ve Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt(Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Stalin(Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCBHalk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere “Üç Büyük” (Big Three)’ün katıldığı konferans.

Konferansın başlıca konuları, Polonya topraklarının değişimi, Almanya’nın bölünmesi ve SSCB’nin Japon İmparatorluğu’na savaş ilan etmesiydi. 

Birleşmiş Milletler’deki veto yetkisi de bu konferansta kararlaştırıldı. Bunun haricinde gizli oturumlarla özellikle İsrail yanlısı toprak paylaşımlarının yapıldığı yeni bir dünya düzeninin temellerinin atıldığı ifade edilmektedir. 

Soğuk Savaş (1945-1991) sırasında ABD ve SSCB, hegomonya alanlarındaki (arka bahçeleri olarak da anlaşılabilir.) ülkelerin kamp değiştirmesini önleyen bir mutabakata varmışlardır.

Bu mutabakat zeminini II. Dünya Savaşı sonrasının küresel güçler ve jeostratejik akslar dengesini belirleyen anlaşmalardan birisi de Yalta’dır. (Diğeri Potsdam Konferansı’dır)” Kaynak: Wikizero – <span class=”mw-page-title-main”>Yalta Konferansı</span>

Birbirlerine hasım olan ABD, İngiltere ve Rusya ikinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiklik ilişkileri zaferle sonuçlanması nedeniyle dünya jeopolitik dengelerinin kendi lehlerine doğru yönlendirilmesi amacı ile Yalta ittifakı’nı savaş sonrasında vücuda getirmişlerdir.

Türkiye ise Yalta İttifakı üyelerinde mevcut olmayan binlerce yıllık devlet geleneğine yaslanarak, şu an bölgesel bir güç olarak gözükmesine rağmen, aslında küresel bir güç namzetidir. Demek ki Yalta İttifakı üyeleri, aralarındaki düzenlemeler neticesinde Türkiye’nin böyle bir güç olarak ortaya çıkmasına mani olmaktadırlar.

Fakat diğer yandan ise tek kutuplu olduğu iddia edilen dünya siyasi düzeninde, siyasi coğrafyada tek kutupluluk iddia edilmesine rağmen, fiziki coğrafyada mevcut olan kutuplardan, kuzey kutbundaki buzullar erimekte ve bunun neticesinde, siyasi coğrafyada da çok kutupluluk, Arktik Okyanusu’nun ulaşıma elverişli hale gelmesi neticesinde, önümüzdeki yıllarda, dünya çok kutuplu bir manzara sergileyecektir.

Bu çok kutupluluk karşısında Türkiye açısından, savaş kriterine baktığımızda karşımıza iki kutup çıkmaktadır, biri binlerce yıl boyunca savaştığımız ve dolayısıyla birbirimizi tanıdığımız Çin Halk Cumhuriyeti, diğeri ise Kurtuluş Savaşı esnasında bize yardımlarını gönderen Hind kıtası ülkeleri olan Hindistan ve Pakistan olarak gözükmektedir. Ve söz konusu ülkeler Yalta İttifakı üyesi de değildirler, o halde çok kutupluluğu bünyesinde barındıran, Asya ülkelerinden Türkiye, Çin, Hindistan ve Pakistan’ın birlikte bir Malta Konferansı İttifakı şeklinde bir araya gelmeleri söz konusu olabilecektir.

Malta, Fatih Anıları

Yazlık sinema Madalyon Fevzipaşa Caddesi’nin Malta Çarşısı sırasında az ilerde sokak içerisinde Madalyon Sineması vardı. Gidip film seyrettiğimizi gayet iyi hatırlıyorum. Meşhur bir sinemaydı yazlık…
Yalta Malta Yalta Malta Yalta Malta Ruslar İçin Avrupa pazarı kapandı iyi oldu. Çin için de kapandı sanki. Büyük ölçüde Siyaset içerde harami rant düzeni ile karun gibi…
Map Monuments   Malta (1) Marsa (1)
2024 sonlarında Suriye’deki dengenin tamamen tersine çevrilmesi tipik bir Yalta operasyonudur. 1949 yılında ABD, İngiltere ve Rusya, Yalta görüşmeleri neticesinde Rusya toprağı olan Doğu…

Çocuklar, Children

 

ÇOCUK

“Dünyada en eski denizci Ulus Türk Ulusudur çocuklar. Bunu böyle bilin.” ATATÜRK

https://www.youtube.com/watch?v=3AOeRK6f6ps&t=822s&ab_channel=TurgayT%C3%BCfek%C3%A7io%C4%9FluileT%C3%BCrkDiliveTarihil Dakika 8:38 ve devamı   Şimdi videonuza bakarken enteresan bir bilgi geldi Atatürk’ün tarih tezi konulu diyor ki Edirne kız Muallim mektebinde 24 Aralık 1930’da ziyaret…

Çocuklar, Gençlere Düşünmeyi Nasıl Öğretmeli?

Çocuklara, Gençlere Düşünmeyi, Felsefeyi kendi Kurucu Düşünürlerimiz yoluyla öğretmek çok mu zor? Daha zahmetli. Öncelikle yazarların kendisinin bilmesi lazım. Hem sonuçta ne gerek var kendi…

Üstün zekâlı 600 bin çocuk nerede?

Geçtiğimiz günlerde hepimizi gururlandıran çok güzel bir olay yaşandı. 13 yaşındaki Yağız Kaan Erdoğmuş, tarihin en büyük satranç oyuncularından biri kabul edilen Magnus Carlsen’i sadece…

Çocuklar: Ağaç yaşken nasıl eğilir?

Around Malta Bazaar Fatih 21 December 1974 © Copyright photo by Levent Ağaoğlu An uphill alley in Fatih. The cheerful moods of children who have started…

Malta, Fatih Anıları

Yazlık sinema Madalyon Fevzipaşa Caddesi’nin Malta Çarşısı sırasında az ilerde sokak içerisinde Madalyon Sineması vardı. Gidip film seyrettiğimizi gayet iyi hatırlıyorum. Meşhur bir sinemaydı yazlık…

CHILDREN

Deniz Kenarında İSTANBUL DÜNYA BAŞKENTİ Fotoğraflarım 1975 /ISTANBUL WORLD CAPITAL by the Sea Black&White Photographs 1975tos

İstanbul, ülkesi Türkiye gibi 3 tarafı denizlerle çevrilidir ve gene aynı benzerlikle bir yarımadadır. Fotoğrafların yansıttığı dünyayı ve izlenimlerimizi altyazılı olarak aktarmaya çalışıyorum. İstanbul’un çekirdeği olan…

Ataturk’s Turkish History Thesis and the Sumerian Script Civilization

The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image Credit: Wikipedia) “The Turkish thesis has matured, it is necessary to walk on it…

Malta, Fatih Anıları

Yazlık sinema Madalyon

Fevzipaşa Caddesi’nin Malta Çarşısı sırasında az ilerde sokak içerisinde Madalyon Sineması vardı. Gidip film seyrettiğimizi gayet iyi hatırlıyorum. Meşhur bir sinemaydı yazlık ve açık sinema Madalyon.

“Uzun yıllar evvel, Yavuzselim’le Malta arasında “Madalyon” sineması vardı. Açık (yazlık) bir sinemaydı. Bir tarafı Fevzipaşa Caddesi’ne diğer tarafı da Malta Çarşısı’na sırt verirdi. Yazları Mayıs ayında sezonu açılır, sonbaharda okulların açılmasıyla kapanırdı. Yıl içinde ortalama dört-beş ay kadar hizmet verirdi. Kışın da açık otopark olarak kullanılırdı. Genellikle aileler tarafından çok revaçta olup, bilhassa 21.00’deki gösterim hıncahınç dolardı.

Hakikaten de şimdilerde, o yıllardaki bu uygulamaları göremeyen kuşaklara yazılı basında sürekli olarak anlatıldığı üzere, tahtadan eğri-büğrü iskemleleri mevcuttu ve bu iskemleler aynı hizada olmaları için, arka ayaklarından uzun ve ince kalaslarla birbirlerine raptedilmişlerdi. Sıranın sol başında ayağını iskemlesine çarpan bir seyircinin bu titreşimi, sıranın diğer ucuna kadar sirayet ederdi. Bu sandalyeler rengârenktiler. Tıpkı o yıllarda İstanbul’un muhtelif semtlerinde sıklıkla rastlanan, salaş ama bir o kadar da kafa dinlendiren naif çay bahçelerinde olduğu gibi: Cihangir, Hisar, Salacak, Sarayburnu, Şişhane, Bomonti, Yenikapı, Emirgân, Beşiktaş Barbaros, Göksu mesela… Kırmızı, mavi, sarı, beyaz, turuncu, yeşil renklerde karışık olarak bahçede sıralanmıştı sandalyeler…

Akşamları evde yemek alelacele yenildikten sonra hemen yola koyulunur ve 10 dakika mesafedeki sinemaya giden yokuş tırmanılırdı. Sinemada çekirdek fiyatı biraz pahalı olduğundan, yol üzerindeki kuruyemişçiden kabak çekirdeği ve ayçiçeği birbirine karıştırılarak 250 gram kadar alınırdı. Valide hanım sakız leblebisini sevdiği için, rahmetli bebâm ondan da 100 gram kadar alırdı. Giriş kapısı yan sokak tarafındaydı. Burada eğreti ve ayaküstü, beton-ahşap karışımı bir gişeden biletler tedarik edilerek filmin oynatılacağı bahçe tarafına geçilirdi. Oldukça büyük bir duvar bembeyaz badana ile boyanmıştı. Etrafına, çepeçevre renkli ampuller ve floresanlar monte edilmişti. Duvarın altında da uzunlamasına “DYO”, “Güney Sanayi”, “Ak-Fil”, “Olimpos Gazozu içiniz”, “Eti Bisküvileri”, “Anadol” gibi rengârenk reklâm panoları asılıydı…

Herkes yerine geçer, sabırsızca badanalı duvara bakarak bir an evvel vaktin gelmesini beklerdi. Bir süre sonra bütün renkli floresanlar söndürülür ve duvara filmin jeneriği aksederdi. Saat akşamın dokuzu olduğu için, filmin ilk on-onbeş dakikası alacakaranlıkta dönerdi. Görüntüler hafif flû olurdu. Saat dokuzbuçuğa yaklaşınca gecenin karanlığı artık tamamen çökmüş olur, film rengârenk ve net bir şekilde akmaya başlar, seyir güzelleşirdi…

Gösterdikleri filmler de, yerli-yabancı karışık olurdu. Valide hanım yerli filmleri görmek isterken, rahmetli babam yabancı filmlere ilgi duyardı. Benim içinse hiç farketmezdi. Yerli-yabancı… Önemli olan film seyredebilmek… Haftasonları ise Cuma ve Cumartesi geceleri iki film ardarda verilir, buna paralel olarak bilet fiyatları da biraz daha artar, gece bitiş saati yarıma sarkardı…

Antrakt olduğu zaman derinlerden bir gong sesi duyulurdu. Işıklar yeniden yakılırdı. Hemen herkes Malta tarafındaki tuvaletlere koşuştururdu. 10 dakika içinde ifrazat meseleleri halledilir, yeniden salona (daha doğrusu avluya) dönülürdü. O yılların gözde sinema yiyeceği “Alaska” ve “Frigo” denilen, parlak metalik ambalâj kâğıtlarına sarılı, farklı aromalarla tatlandırılmış, ahşap saplı buz kalıplarıydı. Muhakkak birer tane aldırtırdım. Valide hanım bunlardan almamızı her ne kadar istemese de, allem kallem edip aldırmanın yolunu bulmak hiç de zor değildi: Kısa süreli bir surat asma ve ağlama triplerine girme… Beşinci dakikanın sonunda elimde Alaska ve Frigo’lardan birer numuneyi tutar halde, keyifle sağıma soluma bakınmaya devam ederdim.

Film sırasında çekirdek yemek yasaktı ama yine de, akış esnasındaki kısa süreli sessizlik anlarında, yoğun bir çıtırtı sesi hissedilirdi. Ayrıca film sırasında cıgara içmek de serbestti. Dudak üstü çizgi şeklindeki ince bıyıklarıyla aile reislerinin ellerinde tütünleri, onlar da kendilerine göre ânın keyfini çıkartırlardı.

Her filmde muhakkak, en az bir-iki defa film kopardı. Daha doğrusu ruloların akışında bir düzensizlik olur ve şeritler boşa sarmaya başlardı. Badanalı sahne duvarına akseden görüntüde önce sesler gider, ardından görüntü kayar, şekiller yan taraftaki apartmanın duvarına doğru meyleder, sonra da film tamamen dururdu. Derhal floresanlar yakılırdı. Film göstericisi, bahçenin en arkasındaki yüksekçe ve briketle çevrili kulübesinde saran ya da kopan filmi telâşla tamir etmeye uğraşır, ama bu gecikme uzadıkça seyirci (adeta, içten gelen haince bir zevkle); “Makiniiiisttt! Seeessss! Uyumaaa!…” nidalarıyla etrafı velveleye verir, bu seslere sürekli ve yoğun ıslıklamalar karışır, garibim makinistin eli ayağına daha bir dolanırdı. Neden sonra film kaldığı yerden devam etmeye başlar, sesler kesilir, bu durumu seyircinin bir kısmı alkışla taltif ederdi.

Ailelerde yeni serpilen genç kızlar varsa, bunlar genellikle anne-babalarının tam arasına oturtulur, yanlarına yabancı birilerinin oturmasına böylelikle set çekilirdi. Yine de o yılların yırtık delikanlıları ne yapar ederler, bu kızlardan gözlerine kestirdiklerini kaş-göz işaretleriyle antraktta büfenin olduğu tarafa gelmeleri konusunda iknaya çalışırlardı. Vuku bulan bu gizli kapaklı ve üstü örtülü haberleşmeler, göz kırpmalar, ailenin babası tarafından fark edildiğinde -ki, çoğunlukla fark edilirdi, ortam biraz gerilir, kız hafif yollu azarlanır, heyecanlı delikanlıya ise ters bakışlar fırlatılırdı… Ama o yılların gençleri şimdilerde kimi zaman rastladığımız o meşhur arsız-yüzsüz, sonradan kente gelen densiz, terbiyesiz ve cühelâ takımından olmadıkları için mesele uzatılmaz, konu çabucak kapanırdı…

İkinci kısımda hava biraz serinler, yaz geceleri olmasına rağmen (o yıllarda İstanbul’da yaz akşamları da nispeten serin olurdu, şimdiki gibi fırın kapağı açılmış gibi bunaltıcı bir hava hissedilmezdi), kadın ve çocuklar hırkalarını giyerlerdi. Çocukların yarısından fazlası, zaten ebeveynlerinin kucakları dibinde, ilk uykularına dalarlar; ilk saatteki o yoğun çocuk uğultusu nispeten hafiflerdi. Ebeveynler daha rahat bir şekilde filmin sonunu takip edebilme şansına sahip olurlardı.

Avluya bakan kısımda; bahçe tarafları, dolayısıyla balkonları sahneye dönük olan evlerde de ışıklar söndürülmüş olur ve o konutlarda ikamet edenlerin ailecek balkonlara iskemlelerini atarak, filmi takip ettikleri görülürdü. Her gece aynı filmi seyretmek sıkmıyordu demek ki onları. Öyle ya, televizyon mu var sanki evlerde! Boş boş oturacaklarına, kimbilir kaçıncı kez aynı sahneleri seyrediyor olurlardı. Belki de evlerine gece gelen misafirlerine bu şekilde bir ikram için, aynı filme tekrardan katlanıyorlardı kimi zamanlar…

Film gece 11 civarı sona erip de dışarı çıkılırken, bir sonraki filmin afişlerine kısaca göz atılır ve gidilip gidilmeyeceği konusunda ayaküstü karar alınır, gün belirlenirdi.

1970’lerin İstanbul’unda film seyretmek bile, paralı ve biraz uğraşılarak ulaşılabilinen bir zevkti. Şimdiki kuşaklar, hiç zahmet çekmeden onlarca filmi kumanda düğmesi marifetiyle odalarının başköşelerine getirebiliyorlar. Bundan ötürü daha mı şanslılar acaba; yoksa o yıllarda haftada bir-iki defa yaşanılan ve ailecek gerçekleştirilen bu törensel zevkten mahrum kaldıkları için bizlere göre daha mı şanssız sayılırlar? Bilinmez… Şahsen, kendi adıma düşündüğümde ben çok memnunum o günlerde yaz geceleri hep birlikte film seyrettiğimiz için… İyi ki de vakt-i zamanında ailecek bu tarz basit etkinliklerin kenarından-köşesinden faidelenmişiz. Şimdi geriye dönüp de baktığımızda, gönlümüzü titreten güzel anıların oluşmasına vesile olmuşlar…”

__________________

* Akın Kurtoğlu

Suriçi 1

Fâtih Camii

Caminin dış avlusunun devamında çok geniş bir yeşillik alan vardı. Orada bakkal Nabzi ve kardeşimle çekilmiş fotoğrafımız var. Tabii caminin haşmetli görüntüsü zihnime bir fotoğraf olarak yerleşmiş. Caminin devamında ve bitişiğindeki medreseler de heybetli bir görüntü sağlıyordu. Caminin bir ucundan Malta Çarşısına çıkış, diğer ucundan da İtfaiyeye uzanan yol ve Taş Mektep vardı.

© Copyright Levent Ağaoğlu

Arnavut kaldırımlı sokak. Fâtih Camiinden Malta Çarşısı’na giriş. Sokakta sakal tıraşı. Berberin tezgâhı ise iki adet meyve sandığı ve Türk Hava Yolları yolcu çantasından bozma malzeme çantası. Fâtih Camii civarı, 11 Ekim 1975 Cumartesi

Malta Çarşısı civarı

© Copyright Levent Ağaoğlu

Fâtih’de yokuş yukarı bir sokak arası. Gençliğe yol almaya başlamış çocukların neşeli halleri. İstanbul’un her zaman genç ve zengin insan değerleri, genetik çeşitliliği. Mahalleler, taşradan gelenler, şehirler, kıtalar. Kolay değil dünya başkenti olmak. Çocukları, gençleri ile her zaman külhan ve bıçkın bir şehir. Payitahtın, Fâtihlerin gururlu liderliği.