Democracy, Love and Peace Minute 16:03 – 35:42
Interview with Levent Ağaoğlu from Istanbul, Turkey
Democracy, Love and Peace Minute 16:03 – 35:42
Interview with Levent Ağaoğlu from Istanbul, Turkey
Tarım: Türkistan ve Anadolu
Ziraatin esasını teşkil eden kültür nebatlarına temas etmeden konumuzun incelenmesine girişemiyeceğiz. Anadolu’da yapılan kazılardan Alişar (Yozgat) da “chalkolithik” tabakada, takriben M.Ö. dördüncü bin yıl devresine ait hububat bulunmuştu. Alaca-Höyük’ün eski Bronz çağı yangın katında da kavrulmuş olarak, takriben M.Ö. 2100 yılına ait anbarlar dolusu buğday, burçak ve fiy bulundu. Muhtelif kazılarda meydana çıkarılan orak ve kalıç, basit öğütme taşı gibi aygıtlar, bazı taş kabartmalardaki resimler ziraî istihsal hususunda fikir vermeğe kâfidir. Kazılar ilerledikçe Neolithik devre ait hububatın da bulunacağına şüphe edilemez.
Anadolu’da bugün iptidai görülen ziraat usulleri aslında insanlığın yaptığı en önemli hamlelerden biri ve binlerce sene süren gelişmenin neticedir. Ayrıca Küçük Asya’ya gelip yerleşmiş olan Türkler eski medeniyetlerin varisleri oldukları kadar kendileri de Orta Asya’dan oldukça inkişaf etmiş bir medeniyet hamulesi ile gelmişlerdir. Bu sebepten karşımıza çıkacak etnografya malzemesi bizi eski Anadolu veya Orta Asya geleneği ile karşı karşıya bulundurabilir. Tabiî muhitin imkân ve şartlarına intibak, eski tecrübelerden faydalanmayı zaruri kılar. Yurt kuruculara eski kavimlerin iltihakı kültür mübadelelerini kolaylaştırır.
Gıda bitkilerini yetiştirme usulü bidayette, eski dünyanın güney doğusunda tatbik edilmiştir. Tanınmış Rus nebat uzmanlarından N. J. Vavilov’un (Bull, Appl. Bot. Plant Breed XVI. 2. Leningard 1926) araştırmalarına göre kültür bitkilerinin ana yurdu Türkistan, Afganistan ve Küçük Asya yaylalarıdır. Mezopotamya ve Mısır kültür bitkileri için esas menşe olmayıp ancak tâli merkezlerdir. Sabanla ziraatten önce ve beraber bir çapa zeriyatı devri vardır. Kültür cereyanları Batı Asya’dan Avrupa’ya doğrudan doğruya veya Afrika yolu ile bilvasıta olmuştur. Campinien devrinde başak resimlerinin gösterilmiş olması ve Fransa’da Azilien tabakasında “Piette” de hububatın bulunması bunu teyideder. Mühlhofer ve E. Mayer gibi âlimler neolithikden önce Avrupa’da arpanın yetiştirildiğini kabul etmektedirler. Bu suretle hububat, muhtelif yollardan ve muhtelif şekilde Avrupa’ya doğudan gelmiştir. Sayfa 1
Türkler Anadolu’ya veya umumiyetle garbe ulaştıkları zaman, eskidenberi ziraat kültürüne sahip oldukları için esaslı kelimeleri beraber getirmişlerdir. Bunları başka halklardan almak lüzumunu duymamışlardır. Kaynak: Hâmit Z. Koşay; Türkiye Halkının Maddi Kültürüne Dair Araştırmalar (Ziraat) / Türk Etnografya Dergisi Sayı 1 / Sayfa 1. 10
Arpa ve Buğday
Arpanın muhtelif çeşitleri vardır: Hordeum spontaneum (ayabani arpa). Hordeum distichum (Anau I. de bulunmuştur).
Emmer buğdayı Schiemann’a göre ilk defa Asya’da yetiştirilmiştir. Buğdayın en eski vatanı Asyadır. Anau’da (M. ö. 4500) senelerine ait “Triticum vulgare) cinsi bulunmuştur. Her iki cins buğdayı Küçük Asya’ya “brachykephale ırk,, getirmiş ve buradan yayılmıştır. (Alfons Nehring).
Orhon Yazıtları
Göktürkler
Aynı karşılıkları hayvan yetiştirme ve idari ve dinî terimlerde de göstermek mümkündür.
Sekizinci asırdan kalan Orhon yazıtları daha ziyade siyasi bir metin olduğu için fazla ziraate ait kelime beklenemezdi. Buna rağmen Türklerin, Türklüğe adını veren bu zümresinde de, onların yüksek derecede hayvan yetiştiricilikle beraber ziraate de vakıf olduklarına delâlet eden kelimeler vardır. Vilh, Thomsen’in: Inscriptions de I’Orkhon, Helsingfors 1896 ve Hüseyin Namık Orkun’un Eski Türk Yazıtları 1941 adlı eserlerinde:
Xi Liao Nehri
Xiliao veya Batı Liao Nehri ( basitleştirilmiş Çince :西辽河; geleneksel Çince :西遼河; pinyin : Xīliáo Hé ) Çin’in kuzeydoğusundaki İç Moğolistan ve Liaoning eyaletinde bir nehirdir . Kaynağı İç Moğolistan’daki Xilamulun Nehri’dir . Liao Nehri’nin kaynaklarından biridir .
Xiliao veya “Batı Liao Nehri”, tarihi olarak Huang Nehri (潢水) olarak da bilinir, Liao Nehri’nin en büyük koludur. Xiliao 449 kilometre (279 mil) uzunluğundadır ve 136.000 kilometrekarelik (53.000 mil kare) bir havzayı boşaltır. Xiliao Nehri, güneybatıdan akan Laoha Nehri (老哈河) ile batıdan akan Xar Moron Nehri’nin (西拉木伦河) birleşmesiyle oluşur. Xiliao’nun tüm akışı İç Moğolistan’ın içinde doğuya doğru akar. Alt akışta Khingan Dağları’nın güneydoğu yamaçlarını boşaltan büyük bir kol olan Xinkai Nehri [ zh ] (新开河) ile birleşir .
Xiliao, Shuangliao şehrinin 8 kilometre (5 mil) kuzeyinde, gök gürültülü fırtınalar dışında üst kesimlerinde kurudur ve daha sonra güneydoğuya dönerek Liaoning , Jilin ve İç Moğolistan’ın ortak sınırı yakınında Dongliao Nehri’ne katılarak Liao Nehri’ni oluşturur .
Liao medeniyeti
Xiliao Nehri bölgesinde çeşitli Neolitik kültürler tespit edilmiştir. Süpürge darısı ve tilki kuyruğu darısı ana tahıl ürünleriyken, Neolitik arkeolojik alanlarda bulunan ana evcil hayvanlar domuzlar ve köpeklerdi.
Dil ve Tarım
Kanıtlar, erken tarım uygulamalarının, özellikle de darı tarımının Batı Liao Nehri bölgesinde ortaya çıktığını ve Avrasya ötesi dillerin başlangıcına denk geldiğini göstermektedir. Bu bulgu, kültürel kimliklerin şekillenmesinde dil ve tarımın birbiriyle bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır.
Tarım, Trans Avrasya halkları tarafından başlatılmıştır.
Kültürel özellikler ve temel olarak bulduğumuz şey darı tarımının burada, Batı Liao Nehri bölgesinde başladığını doğruladı, bu yüzden darı tarımının kökenlerini, Trans-Avrasya dillerinin kökenlerini bulduğumuz yerde buluyoruz ve oradan darı tarımı altı bin beş yüz yıl önce Kore’ye ve beş bin yıl önce Rusya’nın Uzak Doğusuna yayıldı ve daha sonra pirinç tarımı entegre edildi ve bu Liaodong Shandong etkileşim alanından Kore üzerinden Japonya’ya taşındı ve burada avcı-toplayıcı Almanlardan iki Yayoi halkına çiftçilere ve Türk halkına büyük bir değişime neden oldu muhtemelen aynı zamanda darı çiftçileriydi, burada yaşadılar, ayrılıp buraya daha fazla gittiler ve ancak Tunç Çağı’nda tüm Avrasya’ya yayılmaya başladılar, bu şekilde aslında darının büyük arkeolojik ortak bileşen olduğunu bulduk, bu yüzden Trans-Avrasya konuşanların ortak bir dilsel bileşen olarak Trans-Avrasya atalarını paylaştıkları yerde, hepsi ortak bir tarımsal bileşen olarak darı tarımını paylaşmalıdır, kültürel etnik, kişisel olarak ben bu tür bir araştırma yapmıyorum ama elbette yazının kökenlerini anlamak son derece ilginç olduğunu düşünüyorum.
Ancak doğru bir şekilde belirttiğiniz gibi sembol kelimesini vurguluyorsunuz, dolayısıyla yazı konuşulan dil için bir semboldür, dolayısıyla birçok kişi konuşulan bir dile sahip ancak yazıları yok, dolayısıyla odaklanmaya çalıştığımız şey onaylanmış konuşulan dil ve bunu tarih öncesinde konuşulan dile geri döndürmek, yani tabiri caizse, evet sizin kadar iyi değiliz, Ben şahsen bu tür bir araştırma yapmıyorum ama elbette alfabenin kökenlerini anlamak son derece ilginç ama siz de doğru bir şekilde belirttiğiniz gibi sembol kelimesini vurguluyorsunuz, dolayısıyla alfabe konuşulan dilin bir sembolüdür, bu yüzden birçok insanın konuşulan bir dili var ama alfabeleri yok.
şimdiye kadar tartıştığımız gibi, ortak noktalar, benzerlikler, ortak unsurlar arıyorduk, Avrasya ötesi dillerin farklı konuşmacıları arasında, bugün tartıştığımız gibi, Avrasya ötesi dillerin ortak atalarını bulduk, arkeolojide, yani darı çiftçiliğinde ortak bir bileşen bulduğumuzu gördük ve ardından genetikçilerimiz ayrıca, Avrasya ötesi dillerin farklı konuşmacıları tarafından paylaşılan amor genetik profili adı verilen ortak bir bileşen olduğunu buldular, dolayısıyla şimdiye kadar evet, iki Avrasya ötesi arasında ortak bir bileşen olduğunu söyleyebiliriz
Dakika 36.36 ve devamı Türkçenin 9 000 Yılı
Darı Tarımı ve Avrasya Dilleri (Türkçe, Korece, Tunguzca, Japonca)
Trans-Avrasya dilleri, darı tarımına dair arkeolojik kanıtlar ve konuşanlar arasında ortak bir genetik profil ile desteklenen ortak bir atayı paylaşmaktadır. Bu bağlantı, zaman içinde bu halklar arasındaki kültürel ve dilsel etkileşimleri vurgulamaktadır. 45:20
Tartışma, 10.000 yıl önceki tarihsel önemini vurgulayarak Bering Boğazı’ndaki dilsel ilişki etrafında dönmektedir. Klasik bir tarihsel dilbilimci olan konuşmacı, daha önceki dönemlere odaklanıyor.
9.000 yıl önce şu anda kuzeydoğu Çin’de yaşayan ve darıyla uğraşan çiftçiler; Japonca, Türkçe ve diğer modern dillerin ortaya çıkmasına neden olan bir Trans-Avrasya ön dili konuşmuş olabilir. Türkçenin 9.000 yılı. Prof Martine Robeerts.
LİAO Nehrinin Türkçe için önemi. 9.000 yıl önce Çin yok, o topraklarda Altaylardan gelenlerin Türkçe lisanı ile Darı yetiştiren çiftçilerin arasında sonradan Korece, Tunguzca ve bugünkü Japoncanın temelleri atılıyor.
Max Plant Enstitüsünün araştırma sonucu varılan sonuç bu.
Çiftçiler, Hayvancılık ve Türkçe’nin Yayılışı
İlk olarak Türkçe konuşanların ataları muhtemelen çiftçilerdi, darı çiftçileriydi ama MÖ 1000 civarında, 3000 yıl önce batı ucundan doğu ucuna kadar hayvancılık önemliydi.
Muhtemelen Türkçe konuşanlar hayvancılığı benimsediler, tarımsal bilgilerine hayvancılığı eklediler, hayvancılık ve at binme nedeniyle son derece hareketliydiler, Tunç Çağı’ndan itibaren Avrasya’nın her yerine yayıldılar.
Bu da bugün Türk dillerinin batıda Türkiye’den kuzeydoğuda Yakut’a kadar yayıldığı bu tablonun oluşmasına neden oldu.
Darı Tarımının Kökenleri
Raphael Pumpelly
Sığır yetiştiricileri veya toprak işleyicileri ilkel zamanlarda ayrı yaşıyorlarsa, yiyecek sağlayan hayvanlar evcilleştirilmediği sürece göçebe bir yaşamı benimseme fırsatı olmadığı kesindir. Sonuç olarak, sığırların ilk evcilleştirilmesi, benim görüşüme göre, eski Anau-li gibi yerleşik bir tarım halkı tarafından yapılmış olmalıdır.
Dolayısıyla, ya Mucke’nin teorisi gereklilikleri karşılamıyor ve yerleşik bir tarım halkı evcilleştirmeyi gerçekleştirebildi; ya da vahadan vahaya, platodan platoya dolaşan göçebeler bunu başarabildiyse, o zaman bu halkın Anau‘nun yerel kültür alanından geldiği kesindir. Anau’nun etkileşim alanının daha sonra genişlediği ve göçebe kabileler tarafından diğer alanlarla -belki de Hintlilerle- ilişkiye sokulduğu, metallerin ithal edilmesinin yanı sıra, Avrupa bronz döneminin çoban köpeği Canis jamiliaris matris optima’nın ve Anau‘nun kültürünün II. döneminin MÖ 6000 ile 510 yılları arasındaki aeneolitik döneminde gelen deve ve keçi hayvanlarının aniden ortaya çıkmasıyla gösterilmiştir.
Bu zamana kadar, Türkistan-İran kültür alanı yabancı etkilerden uzak kalmış ve evcil hayvanlar -ister yerleşik Anau-li isterse göçebe komşular tarafından evcilleştirilmiş olsun- yerli ürünlerdi. Bu temel noktadır. Bu nedenle, evcilleştirilmiş hayvanların kökeni teorisi söz konusu olduğunda, evcilleştirmenin yerleşik Anau-li tarafından mı yoksa göçebe komşuları tarafından mı yapıldığı pek önemli değildir.
Bizim için şu an en önemli nokta, daha önce de belirttiğimiz gibi, Anau’daki iklimsel ve fizyografik koşulların, yerleşimin kurulmasından önceki kurak dönemde vahalarda sığınan vahşi hayvanların evcilleştirilmesini kolaylaştırmış olmasıdır. I. kültürün sonunda kuraklığa doğru çok olası bir başka değişim meydana gelmiş ve muhtemelen göçebe sığır yetiştiricilerinin batıya doğru göç etmesine neden olmuş, buna belki de Kafkasya’dan geçerek Anau’nun evcil hayvanlarını Avrupa’ya getiren bazı toprak yetiştiricileri eşlik etmiştir.
Prof. Raphael Pumpelly’nin Anau Harabelerinde Tarım Hakkında Buluşları
Prof. Raphael Pumpelly, 1904 yılında Türkmenistan’ın Aşkabat yakınlarındaki Anau harabelerinde yaptığı kazılar sonucunda, bu bölgede yaşayan insanların çok eski dönemlerden beri tarımla uğraştıklarına dair önemli bulgular elde etmiştir.
Pumpelly’nin Anau’da bulduğu buğday taneleri ve koyun kemikleri gibi kalıntılar, bölgede tarım ve hayvancılığın birlikte yapıldığının en önemli kanıtları arasındadır. Bu buluntular, günümüzde Philadelphia Doğa Tarihi Müzesi ve Türkmenistan’ın Ak Buğday Müzesi’nde sergilenmektedir.
Pumpelly’nin Anau hakkındaki diğer önemli bulguları şöyle özetleyebiliriz:
Çok Katmanlı Medeniyet: Anau’da farklı zamanlarda yaşamış beş farklı medeniyet tabakası tespit edilmiştir. Bu, bölgenin uzun süre boyunca yerleşim görmüş olduğunu gösterir.
Tarımın Önceliği: Anau’da tarımın, hayvancılıktan önce başladığı anlaşılmıştır. Bu durum, bölgenin coğrafi koşullarına ve insanların beslenme ihtiyaçlarına bağlı olarak ortaya çıkmış olabilir.
Sulama Sistemleri: Anau’da bulunan yerleşim yerlerinin dağ çaylarının düzlüğe çıktığı yerlerdeki yamaçlarda olması, o dönemdeki insanların sulama sistemleri hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
Bitkisel ve Hayvansal Üretim: Anau I döneminde büyükbaş hayvancılık, Anau II döneminde ise koyun ve keçi yetiştiriciliği daha yaygın olmuştur.
Pumpelly’nin çalışmaları sayesinde Anau harabeleri, Orta Asya’daki en önemli arkeolojik sitelerden biri haline gelmiştir. Bulunan bulgular, bölgenin tarım ve hayvancılık tarihine ışık tutmasının yanı sıra, insanlık tarihinin ilk yerleşik yaşam biçimleri hakkında da önemli bilgiler sunmaktadır.
Muratgeldi Söyegov* Amerikan bilim adamı R. Pumpelly’nin (1837–1923) yirminci yüzyılın başlarında Aşkabat yakınlarında, Anau’da geçirdiği arkeolojik kazıların sonuçları Türkmenistan topraklarının insanlar tarafından bitkilerin ilk ekimi yapmaya başladığı ve dünya’nın koyun ve keçinin ilk evcilleştirildiği yer olduğunu gösterdi. Anau’da önce tarım başlamış olup, hayvanların evcilleştirilmesi daha sonra ortaya çıkmıştır. Amerikan jeoloğu Prof. Raphael Pumpelly (08.09.1837–08.10.1923), yakından tanışmak amacıyla Washington Karegi Üniversitesi’nin malî yardımını kullanarak Türkmenistan’a ilk defa 1903 yılında geldi. 1904 yılında Aşkabat yakınlarında yerleşen Anau’da (Anev) ve Marı’da (Merv) yapmış olduğu kazılarının sonuçlarından oluşan ve 1908’de Washington’da yayımlanan ‘Exploration in Türkestan Expedition of 1904’ (Türkistan’daki Araştırmalar 1904 Yılı Heyeti) adlı kitabı ve bazı diğer eserleriyle bilim dünyasında çok zeki bir arkeolog ve tarihçi olarak da kendisini tanıtmayı başardı. Prof. Pumpelly’nin Anau’da elde ettiği buğday taneleri ve koyun kemikleri gibi buluntular, kıymetli numuneler halinde günümüze kadar Philadelphiya’daki Tabiat Müzesi’nde korunmaktadırlar. Philadelphiya müzesindeki numuneler, Türkmenistan’ın Ahal vilayetinde son yıllarda kurulan Ak Buğday Müzesi’nde tekrar sergilenmektedirler.
KENEVİR TARIM
Tarımın ve Kenevirin Anavatanı Türkistan
Bilgi Kaynakları
Vavilov, Çin Türkistan’ı ve Kuzey Orta Asya’daki yabani kenevir türlerini “bir meyve ağacının dibinde atın ayakları altında kalarak paramparça edilmiş, irili ufaklı her boyutta tohumlu ” olarak betimlemiştir. Vavilov’a göre, yabani kenevir yerel halk tarafından yalnızca bayramda seyranda halat yapmak için kullanılıyordu. Orta Asya halkı bu işlemi keneviri ıslatmadan, kenevir liflerini ilkel yöntemlerle kuru saplardan çekip çıkararak yapıyorlardı. Kullanımı özellikle Altay Dağları’nda nasılsa yaygın olduğundan yabani kenevirin bölgedeki yerleşik halk tarafından ıslah edilip ekilebilecek bir ürün olduğu kanısına vardı. Eskiden avcı toplayıcıların, sonradan göçebelerin keneviri nasıl kullanmış olabileceğini, soğuk kıştan korunmak amacıyla alçak vadilere göçmeden sonbahar başında yüksek dağlarda yabani kenevir lifleri topladıklarını gözlemledi.
Herodot yaklaşık 2500 yıl önce, değiştirilmiş bilinci tetiklemek için kenevir dumanının teneffüs edildiği İskit uygulamasını açıklayan ilk kişiydi ve yaklaşık 2300-2500 yıl öncesine dayanan kenevir tohumları ile sigara teçhizatını içeren İskit mezarları Altay Dağları’nda donmuş olarak bulundu (Artamanov 1965; Rudenko 1970).
Vavilov’un 1929’da Yarkand’ı ziyaret ettiği zaman kenevirin kültürleştirilmesinin yanısıra esrar yapımını da gözden kaçırmış olması gerekiyor. Yarkand’da, Tian Shan ve Altay Dağları’ndaki kenevir bitkilerine benzer olarak tarif ettiği “C. sativa var. spontanea” yı gözlemlemiş, Hillig (2005a) ise bu biyotipi NLHA türü C. sativa ssp. spontanea olarak değerlendirmiştir. Vavilov, bu bitkilerin atık bölgelerinde her yerde kendiliğinden yetiştiğini, ancak yine de bu kenevirin büyük çoğunluğunun kültürleştirilmiş olabileceğini gözlemlemiştir.
Orta Asya’nın Kafkasya’dan Altay Dağları’na kadar olan bölümleri, Güney Asya (Himalaya ve Hindu Kush Dağları’nın etekleri boyunca) ve Doğu Asya (dağlık Hengduan-Yungui bölgesinde Yangzi Nehri ve Sarı Nehir olarak da bilinen Huang He boyunca) tarihte kenevirin doğal menşei ve ilk olarak evcilleştirilmeleri için müsait olan yerler olarak kabul edilmiş, nitekim tüm bu bölgeler kenevirin zaman içindeki evrimi süresince önemli bir rol oynamıştır. Kenevirin coğrafi kökeni bugün tam olarak belirgin değildir, çünkü yüzbinlerce yılı kapsayan buzul ve buzul arası dönemler boyunca coğrafi aralığı sürekli olarak yer değiştirmiştir.
Yaklaşık 12000 yıl önce başlayan Holosen devrindeki ısınmadan hemen sonra, ya da daha sonrasında tarımın ortaya çıktığı dönemle birlikte Avrasya’ya yayılmış olabilir. Her halükarda, Orta Asya’nın kenevirin ilk çıkış noktası ve erken evrimi için en muhtemel bölge olduğuna inanıyoruz. De Candolle (1967), kenevirin sadece Hazar Denizi’nin güneyinde, Sibirya’nın Irtysch Nehri yakınlarında ve Baykal Gölü’nün ötesindeki Kırgız Çölü’nde “yabani” olarak bulunduğunu, ayrıca ilk olarak Güney Sibirya’da ekildiğini öne sürmüştür.
Vavilov, Çin Türkistan’ı ve Kuzey Orta Asya’daki yabani kenevir türlerini “bir meyve ağacının dibinde atın ayakları altında kalarak paramparça edilmiş, irili ufaklı her boyutta tohumlu ” olarak betimlemiştir. Vavilov’a göre, yabani kenevir yerel halk tarafından yalnızca bayramda seyranda halat yapmak için kullanılıyordu. Orta Asya halkı bu işlemi keneviri ıslatmadan, kenevir liflerini ilkel yöntemlerle kuru saplardan çekip çıkararak yapıyorlardı. Kullanımı özellikle Altay Dağları’nda nasılsa yaygın olduğundan yabani kenevirin bölgedeki yerleşik halk tarafından ıslah edilip ekilebilecek bir ürün olduğu kanısına vardı. Eskiden avcı toplayıcıların, sonradan göçebelerin keneviri nasıl kullanmış olabileceğini, soğuk kıştan korunmak amacıyla alçak vadilere göçmeden sonbahar başında yüksek dağlarda yabani kenevir lifleri topladıklarını gözlemledi.
Vavilov gibi yanılma hakkımızı saklı tutarak, kenevirin doğal kökeninin Orta Asya’da, muhtemelen Tian Shan veya Altay Dağları’nın yüksek vadilerinde olabileceğini, bu konuda yanılıyorsak dahi bu bölgenin erken Pleistosen döneminde kenevirin ilk kültürleştirildiği yerler olduğunu iddia edebiliriz. Eğer kenevir Orta Asya’dan çıktıysa, Pleistosen buz tabakaların hareketiyle güneydoğudan güney Asya’ya ve güneybatıdan Avrupa’ya yayılma imkanı açısından ideal bir yerde konumlanmış demektir. Vavilov ve ondan sonraki araştırmacılar tarafından gözlemlenen Orta Asya biyotipleri, erken Holosen döneminde insanların dağılışına da benzerlik gösterdiği sonucunu vermektedir.
İnsan-kenevir ilişkilerinin Son Buzul Maksimum dönemin sonuna veya Holosen dönemin başlangıcına kadar başlamamış olması ihtimaline karşın, biz yine de bu bitki-insan ortaklıklarının kısmen Orta Asya’nın çevresel açıdan uygun yerlerinde Son Buzul Maksimum döneminden önce başlamış olabileceğini daha olası görüyoruz. Adovasio ve diğ. (2007), “modern insanlık” konusunda birçok araştırmaya, Avrupai bir bakış açısı üst vurgusuyla önayak olan Avrupa’da ve Rusya’nın bozkırlarındaki arkeolojik yerleşim yerlerinin bolluğuna atıfta bulunmuşlardır. Dolayısıyla son zamanlarda, pek çok bilim insanı Avrupa’nın doğusundaki bölgelere odaklanmaktadır:
Öyleki Rus arkeologlar geçenlerde, 45000 yıl önce modern teknolojilerin Sibirya’nın Altay Dağları’nın yanısıra Orta Asya’ya geldiğini ispatladılar. (Adovasio et al. 2007). Bununla birlikte, genetik analizlere göre anatomik olarak modern insanların 40000 yıl kadar önce Orta Asya’ya yayıldığı ileri sürülmektedir. İnsanlar kenevirle ilk kez Orta Asya’da, belki de Altay Dağlarındaki ilk geçici yerleşim yerlerinde karşılaştı ve nihayetinde yabani keneviri kullanmaya başladı.
Kenevir, insanların yerleşim yerlerinin etrafındaki çöplerin, hayvansal atıkların beslediği topraklarda bilinçsizce artış gösterdiğinden “yerleşim otu” olarak anılabilir, Hawkes’ın da (1969, Englebrecht’e atıf 1916) belirttiği gibi, “İnsanın bitkilere gereksinim duyduğu kadar bitkilerin de insana gereksinimi vardı” (kenevir ve insanların karşılıklı evriminin teorik bir tartışması için 13. bölüme bakınız).
Hawkes (1969), keneviri ilk kez inceleyen, yabani kenevirin de kültürü gibi gübre açısından zengin bir toprağa ihtiyaç duyduğunu, Altay’daki göçebelerin kampları yakınlarında kış boyunca büyük baş hayvanların gübresi sayesinde zenginleşmiş toprakta, mutfak bahçelerinde ve hatta çöp yığınlarında her zaman bulunabileceğini gözlemleyen Sinskaja’ya (1925) burada atıfta bulunur. Sinskaja, “Eski Dünya’da insanın izlediği yolu takip eden”, kendiliğinden büyüyen kenevirin geniş çeşitliliğine odaklanmış ve insanın yokluk zamanlarında bu çeşitlilik içinde “daha dayanıklı meyveler ve yağ içeriği daha yüksek formlar” seçtiği varsayımında bulunmuştur.
Sinskaja (1925, Vavilov tarafından 1926’da alıntılandı), “kenevir ekimini tüm ayrıntılarıyla inceleyebildiği” özellikle Altay bölgesindeki gözlemlerine dayanarak gelişmekte olan insan-kenevir ilişkisinin dört aşamaya ayırmıştır: “(1) Bitki yalnızca yabani doğada ortaya çıkmıştır. (2) Kendi yabani merkezinden insanın olduğu yerlere yayılmıştır. (3) Sonrasında insan tarafından kullanılmaya başlanmıştır. (4)Ve nihayet kültürleştirilmiştir. Aşağıdaki bölümde, Üst Paleolitik dönem boyunca kenevir ve insanlar arasındaki bazı muhtemel ilişkilerin üzerinde duracağız.
“Başlangıcından günümüze bir bütün olarak Avrasya’nın tarihi bir ölçüde, Orta Avrasyalıların ve kültürlerinin çevreye, çevre halkların ve kültürlerinin Orta Avrasya’ya başarılı bir şekilde nüfuzu şeklinde görülebilir” (Beckwith 2009). Kenevirin Avrupa, Orta Asya ve Doğu Asya bölgelerinde yabani ve/veya kültürleştirilmiş bir ürün olarak yayılması Metal Çağı’nın başlangıcından (günümüzden yaklaşık 4000 yıl öncesi) binlerce yıl öncesine dayanmasına rağmen, yerleşik kültürler tarafından yoğun olarak yetiştirilmesi ve kullanılması muhtemelen bu dönemde başladı.
Herodot yaklaşık 2500 yıl önce, değiştirilmiş bilinci tetiklemek için kenevir dumanının teneffüs edildiği İskit uygulamasını açıklayan ilk kişiydi ve yaklaşık 2300-2500 yıl öncesine dayanan kenevir tohumları ile sigara teçhizatını içeren İskit mezarları Altay Dağları’nda donmuş olarak bulundu (Artamanov 1965; Rudenko 1970). MÖ 13. yüzyılda Haşhaşi suikastçileri tarikatı, bugünkü İran’ın kuzeyinde oldukça etkindi.
Marco Polo, zamanının ünlü yolculuklarını anlatmış, Doğu Türkistan’da Kaşgar ve Khotan vahalarında büyüyen kenevirlerden bahsetmiştir. Kenevir, Orta ve Güney Asya tarihi boyunca zaman zaman ham madde üretimi için lif temin etmiştir, ancak nadiren lif veya tohum üretimi için kullanılmaktadır. Esrar, aslen Orta Asya’da üretilen bitişik kenevir reçinesi için kullanılan Arapça terimdir.
Genellikle, kenevirin Orta Asya’da bir yerde doğal olarak ortaya çıktığı ve geliştiği düşünülmektedir. Damania (1998), de Candolle’ün (1967) izinden giderek, yetiştirilmiş ekin olarak kenevirin yaklaşık 4000 yıl önce Batı Asya’ya ve yaklaşık 500 yıl sonrasında Avrupa’ya ulaştığını ileri sürmüştür.
Kaynak: https://www.amazon.com/Cannabis-Evolution-Ethnobotany-Robert-Clarke/dp/0520270487
Harita: Bozkır ve Su Kuşağı (sarı bant)
*********************
Kuzey Stepleri Su Kuşağı
Türkistan Su Kuşağı
Güney Sibirya Su Kuşağı********************
Asya Tipi Üretim Tarzı ATÜT vb. tarzlarda sağlı sollu ideolojik boş söylemlerde bulunanlar Asya Türk Su Jeopolitiğinden bihaber olmaya devam ediyorlar. Teo (siyasal islam) ile Jeo (coğrafya) çelişkisini aşamıyoruz. Halbuki Türk Jeopolitiği kıtaların tecrübe ve ayak izlerine sahip olduğundan ötürü, küresel mahiyettedir.
Kuzey Stepleri Su Kuşağı
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Hazar Denizi, Karadeniz ve Nehir Havzaları: İdil (Volga), Dinyeper, Don, Dinyester. Astrahan. Kazan.
Türkistan coğrafyasında denizlere kıyıdaşlık söz konusu değildir, sular ve göllerden oluşan bu coğrafyada denize ilk çıkış ise Hazar denizi (Gökçe Deniz) üzerinden olmuştur ki burası da bir iç denizdir, fakat Hazar civarında yer alan İdil (Volga) nehri ve Karadeniz’in kuzeyindeki Don, Dinyeper, Dinyester nehirleri üzerinden Türkler Kazan kentini de içine alan steplere, kuzeye doğru ulaşmışlardır ve İdil üzerinde sürekli gemilerle insan ve mal taşımacılığı yapmışlardır. Nihayetinde, Karadeniz ve ardından Akdeniz’e, Kızıldeniz’e ve Basra Körfezi’ne de ulaşılmıştır.
Volga (İdil) Nehri; Volga Nehri, Avrupa kıtasının en uzun nehridir. Batı
Rusya’nın ana su yolu ve Rus tarihinin beşiği konumundadır. Uzunluğu yaklaşık 3.530
km olup, havza alanı 1.360.000 km2’dir. Hazar Denizi’ne dökülmektedir. 2.000 mil
boyunca navigasyona açık olan Volga ve 70’den fazla kolu ile Rusya’da iç
bölgelerdeki yüklerin yarısından fazlasını ve Rus iç su yollarını kullanan yolcuların da
neredeyse yarısını taşımaktadır. Taşınan yükler arasında inşaat malzemeleri ve
hammaddeler, toplam yüklerin yaklaşık %80’ini oluşturmaktadır. Diğer kargolar
arasında petrol ve petrol ürünleri, kömür, gıda maddeleri, tuz, traktörler ve tarım
makineleri, otomobiller, kimyasal aparatlar ve gübreler bulunmaktadır.
Constantine Tikhatsky, “Volga River”, Çevrimiçi) https://www.britannica.com/place/Volga-River 25.12.2018
Karadeniz Kuzeyinde İdil Boyu Türk Şehirleri ve Denizcilik
Ticaretin önemli kısmı Karadeniz ve Hazar Denizine dökülen büyük nehirler vasıtasıyla yapıldı. Bu nehirler Avrupa’nın iç bölgelerine kadar uzamaktaydı ve yüzdürülen gemiler vasıtasıyla ticari mallar Avrupa ile Asya arasında dolaşmaya başlamıştı. Bu cümleden olarak, Hazar Denizi ile İtil şehri arasında devamlı ticaret gemileri işlemekteydi. Önemli bir ticaret şehri olması sebebiyle İtil’de çeşitli milletlerden insanlar yaşamaktaydı. Kaynakların belirttiğine göre, Hazarların kayıkları vardı ve bunlar İtil şehrinin yukarı tarafından gelen ve buralarda İtil Nehrine karışan Burtas Nehri’nde işlerlerdi.
Bulgar diyarından doğan bu nehir üzerinde Hazarlara bağlı yerleşik Türk toplulukları yaşamaktaydı. Bunların yerleşme merkezleri Hazar ülkesi ile Bulgar ülkesi arasında bulunuyordu. İtil nehrinde Bulgar, Hazar ve Burtas ülkeleri arasında mekik dokuyan gemilere her zaman tesadüf ediliyordu. Bu gemilerden bazıları Bulgar tüccarları tarafından dağların doruklarından kesilip getirilen karları yükleyerek 40 günlük bir yolculuktan sonra Saksın’dan Bulgar şehrine götürmekteydiler.
Bu karlar orada depolanmakta ve sıcak yaz ayları boyunca serinlemek isteyen halka satılmaktaydı. Arkeolojik kazılarda elde edilen buluntularda İtil Bulgarlarına ait çok sayıda olta bulunmuş olup, bu durum balık avcılığının çok revaçta olduğunu göstermektedir.
Olta balıkçılığının yanında muhtemelen teknelerle daha büyük ölçekli balık avlanmakta, bunların ihtiyaç fazlası ise gemilerle başka yerlere götürülerek satılmakta idi.
İtil Nehri aynı isimli Hazar başkentinde iki kısma ayrılmakta ve bunların ayrıldığı yerde bir ada bulunmaktaydı. Hakanın sarayı bu adadaydı ve ada ile şehir arasındaki bağlantı gemilerin yan yana konulmasıyla kurulan köprü vasıtasıyla yapılmaktaydı. İtil halkı, yaklaşık 20 fersah uzakta bulunan tarlalarından elde ettikleri mahsulün bir kısmını gemilere yükleyerek, nehir yoluyla şehirlerine taşırlardı. Bu şehrin dört kapısı vardı ve bunlardan nehir tarafına açılan kapıdan bir çok gemilerin bağlı bulunduğu rıhtıma inilmekteydi.
İtil’in dışında diğer önemli şehirleri deniz kıyısında kurulmuş çarşıları ve tüccarları ile güzel bir liman olan Semender ile yine bir nehir kıyısında kurulmuş bulunan Saksın idi. Bu son şehir oldukça büyük, nüfus itibarıyla kalabalık idi ve çok sayıda yabancı tüccarlar burada yaşamaktaydı. Nehirden balık avlanmakta ve bunun ticareti yapılmaktaydı.
İtil şehri tüccarları Hazar Denizinden gemilerle İran’daki Cürcan ve diğer sahil şehirlerine gider gelirlerdi. Bunlar İtil Nehrinde hafif gemilerle yolculuk yaparlardı. Bu nehir yoluyla İtil Bulgarlarının şehirlerine, buradan da batıya doğru ilerleyerek Karadeniz’e ulaşırlardı.
Hazar devletinin gelirlerinin ve zenginliğinin kaynağının önemli bir kısmını denizden yapılan ticaretten alınan vergiler oluşturmaktaydı. Bulgar hükümdarları, ülkelerine gelen Hazarlara ait ticaret gemilerindeki mallardan % 10 nispetinde vergi alırlardı.
Bizans topraklarından yola çıkan tacirler Hazar Devletinin bir şehri olan Hamlic’e gelerek buradan gemilerle Hazar Denizinin güney-doğusundaki Cürcan’a geçerlerdi. Bu da gösteriyor ki, bu şehir Hazar ülkesini denizden İran dünyasına, oradan da Türkistan’a bağlamakta idi.
İtil Nehrinin iki yakası boyunca uzayan kıyı şeridinde İtil Bulgarlarına ait şehirler vardı ve Müslüman tüccarlar gemileriyle bu şehirlere gelip ticaret yaparlardı. Bu tüccarlardan % 10 vergi alınmaktaydı. İtil Bulgarlarına bağlı Başgırtların ülkesinin hemen yanında Sukan denilen nehrin kıyısında Nemcan isimli bir Türk şehri vardı. Bu şehrin yakınlarında büyük bir bakır madeni bulunmaktaydı ve burada binden fazla işçi çalışıyordu. Çıkarılan maden cevherleri Harezm’e, Şaş’a ve komşu Oğuzların ülkelerine ihraç edilmekteydi. Ayrıca nehirde yaşayan çeşitli cinslerde balıklar avlanılır, bunlardan ihtiyaç fazlası olanlar tuzlanarak gemilerle Hazar Denizi kıyısındaki İtil ve diğer şehirlerde satılır, kazanılan paralarla damal alınırdı. X. yüzyıl ortalarında Bulgar şehri küçük olmakla birlikte oldukça tanınmış bir şehirdi ve komşu ülkelerin iskelesi idi.
İdil boyu (Volga) Kıyısındaki Şehirler
Avrupa’nın en uzun nehri olan Volga, Rusya’nın kalbinden akar ve kıyılarında birçok tarihi ve kültürel öneme sahip şehir barındırır. Bu şehirler, Volga’nın verdiği bereketle büyümüş ve kendine özgü kimlikleriyle öne çıkmışlardır.
1. Nijni Novgorod:
Rusya’nın eski başkentlerinden biri: Nijni Novgorod, tarih boyunca önemli bir ticaret merkezi olmuştur.
Kremlin ve tarihi merkez: Şehrin kalbinde bulunan Kremlin, Orta Çağ mimarisinin güzel örneklerini sunar.
Volga boyunca uzanan nehir gezintileri: Volga’da yapılan nehir gezileri, şehrin farklı bir perspektifinden görülmesini sağlar.
2. Kazan:
Tataristan’ın başkenti: Kazan, Rusya’nın en büyük Tatar şehirlerinden biridir.
Kültürel zenginlik: Tatar ve Rus kültürlerinin bir araya geldiği Kazan, tarihi camiler, kiliseler ve müzeleriyle dikkat çeker.
Kazan Kremlin: UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Kazan Kremlin, Tatar mimarisinin en güzel örneklerindendir.3. Samara:
Otomotiv sanayinin merkezi: Samara, Rusya’nın önde gelen otomotiv üretim merkezlerinden biridir.
Volga nehri kıyısında keyifli yürüyüşler: Şehrin nehir kıyısı, yürüyüş ve dinlenme için ideal bir mekandır.
Kozmonotlar Alesi: Sovyet uzay programının önemli bir merkezi olan Kozmonotlar Alesi, uzay meraklılarını cezbeder.
4. Saratov:
Volga’nın incisi: Saratov, tarihi binaları, yeşil alanları ve sanatsal atmosferiyle Volga’nın incisi olarak anılır.
Nöel Baba’nın vatanı: Rusya’da Noel Baba’nın yaşadığına inanılan yerlerden biri Saratov’tur.
Volga nehri üzerindeki köprüler: Şehrin siluetini belirleyen köprüler, Volga’nın üzerinde eşsiz manzaralar sunar.
5. Volgograd:
Stalingrad Savaşı’nın sembolü: Volgograd, II. Dünya Savaşı’nın en kanlı savaşlarından biri olan Stalingrad Savaşı’nın geçtiği şehirdir.
Mamayev Kurgan: Şehitler anıtı olan Mamayev Kurgan, savaşın acı hatıralarını yaşatır.
Volga-Don Kanalı: Volgograd, Volga ve Don nehirlerini birleştiren kanal sayesinde önemli bir ulaşım merkezidir.
Diğer Önemli Şehirler:
İdil-Yayık Bölgesindeki Türk Şehirciliği (VIII.Yy.’dan XIII.Yy.’a Kadar) https://www.academia.edu/37168411/%C4%B0dil_Yay%C4%B1k_B%C3%B6lgesindeki_T%C3%BCrk_%C5%9Eehircili%C4%9Fi_pdf?email_work_card=view-paper
İdil (Volga) Nehri kıyılarında Türklerin yaşadığı şehirler
Volga Nehri, tarihi boyunca Türk halklarının yaşadığı önemli bir coğrafyadır. Özellikle Tatarlar, Çuvaşlar ve Başkurtlar gibi Türk halklarının yoğun olarak yaşadığı şehirler bulunmaktadır.
Volga Nehri Kıyılarında Türklerin Yaşadığı Başlıca Şehirler:
Neden Bu Şehirlerde Türkler Yaşıyor?
Tarihi Göçler: Türk halkları, tarih boyunca Asya’dan Avrupa’ya doğru göç etmiş ve Volga Havzası’na yerleşmiştir. Bu göçler, bölgenin kültürel yapısını şekillendirmiştir.
Coğrafi Konum: Volga Nehri, verimli toprakları ve su kaynaklarıyla tarihi boyunca yerleşimlere ev sahipliği yapmıştır. Türk halkları da bu verimli topraklara yerleşerek medeniyetler kurmuştur.
Kültürel ve Dilsel Yakınlık: Volga Havzası’nda yaşayan Türk halkları, ortak bir kültürel ve dilsel geçmişe sahiptir. Bu da bölgedeki Türk kimliğinin korunmasına katkı sağlamıştır.
Volga Nehri Kıyılarındaki Türk Kültürü
Volga Nehri kıyılarındaki Türk kültürleri, zengin bir tarihe ve çeşitliliğe sahiptir. Bu kültürler, mimari, el sanatları, müzik, dans ve mutfak gibi birçok alanda kendisini gösterir. Özellikle Tataristan’da, Türk kültürünün izlerini görmek mümkündür. Kazan’da bulunan Kul Şerif Camii, bu kültürün en önemli simgelerinden biridir.
Dinyeper Nehri: Avrupa’nın 3. uzun nehridir. Yaklaşık 2.200 km uzunluğunda ve 505.000 km2 havza alanına sahiptir. Valday Dağları’ndan doğar, Smolensk’e ulaşır
ve buradan Beyaz Rusya’ya girerek bu ülkenin doğu kısmından Ukrayna’ya ulaşır.
Desna Irmağı ile birleşen nehir, Kiev’e doğru akışına devam eder. Daha sonra
Dinyeper Yaylası’nı bir eğri çizerek seyrine devam eder ve Odessa’nın doğusundan
Karadeniz’e dökülür.131 Dinyeper havzası eski zamanlardan beri yoğun nüfusludur.
Doğu Avrupa halklarının tarihinde, özellikle eski Kiev devletinin kuruluşunda,
merkezi öneme sahipti. Bu su yolu boyunca, 4. ve 6. yüzyıllarda “Varanglılardan
Yunanlara giden bir yol” olarak geliştirilen ve Karadeniz’i Baltık’a bağlayan ve
Slavları hem Akdeniz hem de Baltık halklarına ulaştıran bir nehir yolları sistemi
geliştirilmişti. Nehrin yaklaşık olarak yarısı Ukrayna topraklarından geçmektedir ve
Rusların sembolü haline gelmiş olan Volga Nehri gibi, Dinyeper nehri de Ukrayna
halkının ulusal bir sembolü haline gelmiştir. Yapılan düzenli iyileştirmeler ve
derinleştirme çalışmalarıyla birlikte nehir navigasyona açık şekildedir. Üzerinde
yapılan taşımacılıklarda başlıca yük türleri kömür, cevher, mineral yapı malzemeleri,
kereste ve tahıldır.
“Dinyeper River”, (Çevrimiçi) https://tr.wikipedia.org/wiki/Dinyeper 26.12.2018
Don Nehri: Don Nehri, Rusya’nın Avrupa bölgesinde yer alan önemli bir nehirdir. Nehir, tüm dünyada çalkantılı ve renkli Don Kazaklarının görüntüleriyle ve
suyolunun ekonomik önemini artıran bir dizi büyük ölçekli mühendislik projeleriyle
ilişkilendirilir. Don Nehri, Novomoskovsk kenti yakınlarındaki tepelerden kaynağını
almaktadır. Uzunluğu 1.870 km olan nehir genellikle güney yönünde akarak Azak
Denizi’ne dökülür. Havza alanı 422.000 km2’dir. Batı’da Dinyeper doğuda ise Volga
nehrinin arasında kalmaktadır. 1950’lerin başından beri Don nehrinde yoğun bir
ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Bu gelişmenin anahtar rolü Tsimlyansk Baraj
Gölü’nün oluşturulmasıydı. Bu baraj üzerinde önemli hidroelektrik santralleri yer
almakta ve barajdan sulama yapma için yararlanılmaktadır. Don’un navigasyona
uygun su yolu olarak önemi, Volga-Don Gemi Kanalı’nın inşasıyla büyük ölçüde
artmıştır. Don’un gelişmesi, nehir bölgesinde yer alan topluluklara önemli ekonomik
faydalar sağlamıştır ancak bu değişiklikler nehrin ağzında boşaltılan su miktarını
önemli ölçüde azaltmıştır.
Pavel Sergeyevich, Philip Micklin,“Don River”, (Çevrimiçi) https://www.britannica.com/place/DonRiver 25.12.2018
Kaynak: https://nek.istanbul.edu.tr/ekos/TEZ/ET000655.pdf
Türkistan Su Kuşağı
Seyhun, Ceyhun nehirleri ile Aral gölü ve Balkaş gölü .
Maveraünnehir: Daşoğuz. Ürgenç. Semerkant. Duşanbe. Taşkent. Buhara. Bişkek. Almatı. Kızılorda. Kaşgar. Kabul.
Elmar Holenstein, Felsefe Atlası başlıklı o muhteşem kitabında, Nil-Amuderya ( Ceyhun ) arasındaki bölgenin dünya uygarlığının merkezi olduğu tezini işlemektedir.
Güney Sibirya Su Kuşağı
21.Yüzyıl Türk Jeopolitiği: Güney Sibirya Türkistan Su Kuşağı – Arktik Okyanusu (Kuzey Buz Denizi) Etkileşimi
Anahtar Kelimeler: Güney Sibirya. Türk Jeopolitiği. Arktik Okyanusu. Su Kuşağı. Altaylar. Güney Sibirya bölgesi tarihin en erken devirlerinden itibaren insanlık için bir cazibe merkezi olmuştur….
Yenisey, İrtiş, Lena, Selenga, Orhun nehirleri ile Baykal gölü
Anahtar Kelimeler: Güney Sibirya. Türk Jeopolitiği. Arktik Okyanusu. Su Kuşağı. Altaylar.
Güney Sibirya bölgesi tarihin en erken devirlerinden itibaren insanlık için bir cazibe merkezi olmuştur. Geniş orman dokusuna sahip olan bölge aynı zamanda bozkır bitki örtüsü ve iklimine sahiptir. Bölgenin en önemli özelliklerinden birisi de akarsu ve ırmak bakımından çok zengin olmasıdır. Avcı-balıkçı-toplayıcı dönemden ziraat ve hayvancılığın gelişimine müteakip bölge farklı kültür dönemlerine ev sahipliği yapmıştır. Söz konusu bölge aynı zamanda Türklerin binlerce yıl yurt tuttuğu bir mekân olmuştur. Güney Sibirya’da görülen kültür çağlarının batı ile ilişkili olduğu ilim adamlarınca pek çok çalışmaya konu olmuştur.
Avrupa-Asya kıta coğrafyasında üretimin başlangıcı diyebileceğimiz Neolitik döneme ait çok fazla kültür dönemi mevcuttur ve bu kültür dönemleri birbirleri ile ilişkilidir. Bu ilişkiler Ukrayna’dan Ural’a, oradan Sibirya istikametinde doğuya doğru Altay Sayan’a, Yenisey-Angara ve Baykal’a, güney istikametinde de Kazakistan’a ve Tanrı Dağları’na kadar takip edilmektedir. Bu izler Neolitik Çağ, Bakır Çağ, Tunç ve Demir Çağı boyunca tüm bu geniş coğrafyada arkeolojik, antropolojik ve etnografya bakımından incelenmektedir. Bu bakımdan biz Ukrayna’dan doğuya doğru Türklerin tarih sahnesinde ortaya çıktıkları ilk döneme kadar bu kültür çağlarının birbirleri ile ilişkilerini ortaya koymaya çalışacağız. [1]
Büyük Asya’daki atalar (kişiler) ise Güney Sibirya’daki Yenisey Irmağı havzalarındaki kaya parçalarına yaşam-ölüm döngüsündeki sevinçlerini ve dramlarını kazıdılar, bir ara metinlerini paylaşırım. Ardından Orhun-Selenga-Tola nehirleri vadisinde granit taşlara sonsuzluğa mıhladıkları yazıtları bıraktılar. Yonutlar ve Yazıtlar bizim en değerli mirasımız.
“Yerleşik anlayış şu ile göçebeyi = Türk’ü yanyana düşünmediğinden, bu konuda bozkır sahası için neredeyse çalışma yok. Biz ise eski Türklerde su araçları adının olağandan fazla oluşuna dikkat çekip, sulak Güney Sibirya sahasına işaret ettik ama ayrıntılı bir çalışmayı ben de yapamadım. Sadece iki yıl önceki Kıpçak ve Kimek adları makalemde biraz değindim. Academia sayfamda bu makale tam metin bulunabilir. Esen kalın” [2]
İlk olarak Rus çarı I. Petro’nun emriyle Sibirya’nın bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Daniel Gottlieb Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Johan von Strahlenberg, 1721 yılında Güney Sibirya‘da, Yenisey Nehri’nin yukarı mecrasında bu yazı ile yazılmış ve Kırgızlara ait oldukları düşünülen mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları’ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg, İsveç’e dönünce bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap hâline getirip 1730 yılında Stockholm’de yayınladı. Böylece Orhun Yazıtları bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. [3]
Türk halklarının nihai kökeni, ikincil anavatanları Moğolistan olan Kuzeydoğu Asya’dadır. Moğolistan ve Güney Sibirya‘dan Türk halkı genişledi ve Avrasya’nın büyük kısımlarına hakim olmaya başladı.
GÜNEY SİBİRYA [4]
TÜRKİSTANI SU KUŞAĞI
Türkiye, nasıl üç tarafı denizlerle çevrili, üç kıtanın kavşak noktasında ve beş deniz bölgesine hakim merkezi bir konumda bulunmakta iken, aynı şekilde Güney Sibirya Türkistan Su Kuşağı da, dört nehir ve dört ülkenin kavşak noktasında yer almaktadır.
Rusya, Çin, Kazakistan ve Moğolistan, Altaylar sıradağları merkezli olarak her biri bir diğerine komşu oldukları stratejik bir coğrafyadır söz konusu olan. Altaylar burada dört nehrin kaynağını teşkil etmektedir ve Güney Sibirya’da doğan bu nehirler nihayetinde Sibirya topraklarını aşarak Arktik Okyanusu’nda denize kavuşmaktadırlar.
Bu coğrafyada Türklerin başkentleri nehir kenarlarında sıralanmaktadır. Kazakistan’ın başkenti Astana Ob nehri kenarında, Altay Cumhuriyeti’nin başkenti Gorno-Altaysk ile Tuva Cumhuriyeti’nin başkenti Kızıl şehri Yenisey nehri ve Yakut Cumhuriyeti’nin başkenti Yakutsk, Lena nehri kıyılarında yer almaktadır.
Türkiye nasıl güneyindeki sıcak denizler üzerinden okyanuslara ulaşım imkanlarına sahip ise, tüm Türkistan da Güney Sibirya Su Kuşağında yer alan başkentler ve çok geniş havzalara hitabeden nehirler üzerinden ki bu nehirler çok geniş havzalara hükmetmektedirler, Arktik Okyanusuna erişim imkanlarına sahiptir. Yüksek rakımlı Altay dağları devasa su kaynaklarını sürekli üretmektedir.
Bu şekilde söz konusu nehirler üzerinden Türkistan ülkeleri soğuk denizlere ulaşabilmektedir. Aynı zamanda Güney Sibirya Su Kuşağı, Pasifik Okyanusu’na da yakın bir konumdadır ve Pasifik limanlarına da aynı şekilde erişim söz konusu olabilmektedir.
19.yüzyılda gelecek vadeden topraklar nasıl Amerika kıtasının kuzey kıtasında yer almakta ve diğer kıtalardan insanlar Avrupa’dan, Asya’dan ve Afrika’dan Amerika kıtasına kafileler halinde akın etmekte iseler, 21. yüzyılın da, değerlendirilememiş kullanılmamış kaynakları itibarıyla gelecek vaat eden toprakları, hem Pasifik Okyanusuna, hem de Arktik Okyanusu’na kıyısı bulunan Sibirya coğrafyasında yer almaktadır.
Çin’in ve ABD’nin bu topraklarda hesap ve emelleri olduğu apaçık ortadadır. Türkler[5] ise Slavlarla, güneydoğu Avrupa’da, Balkanlar’da, Karadeniz’in kuzeyinde Rusya ve Ukrayna topraklarında, Türkistan ve Sibirya coğrafyalarında simbiyotik birlikte bir yaşantı sürdürmektedirler. Evlilikler giderek çoğalmaktadır. Değerler sistemi ve aile yapıları birbirleri ile uyumludur.
Türkler 21. yüzyıl imkanlarıyla nasıl Hint, Pasifik, Arktik okyanuslarına açılma gayeleri var ise Ruslar da aynı şekilde Türkiye üzerinden güneydeki sıcak sulara ve kıtalara inmeyi hedeflemektedirler. Bu hedefler ortaklaştırılarak her iki ülkenin de iş birliği geliştirmeleri durumunda barış içinde yükselen Asya medeniyetine bir örnek teşkil edecektir.
4X4: DÖRT NEHİR DÖRT ÜLKE
Güney Sibirya nehirlerinden Ob, İrtiş, Yenisey ve Lena, Altaylardan doğduktan sonra Arktik Okyanusu’na doğru akmaktadır. Türkistan Su Yolları Kuşağı, özellikle Yenisey, İrtiş, Selenga, Orhun, Seyhun, Ceyhun nehirleri ile Aral gölü, Baykal gölü ve Balkaş gölü üzerindeki su kaynaklarına dayalı olarak yapılan faaliyetlerdir.
Türkler, Türkistan coğrafyalarındaki yaşantıları boyunca iki farklı coğrafya unsurlarını kendilerine kanat edinmişler ve batıya doğru akınlarını hep bu kanatlar üzerinden gerçekleştirmişlerdir; Bozkır ve Su Yolları.
Türkistan Su Kuşağı (Karadeniz, Hazar Denizi, İdil, Seyhun, Ceyhun, Yenisey, İrtiş, Selenga, Orhun nehirleri ile Aral gölü, Baykal gölü ve Balkaş gölü kıyıları) denizciliğimizin, A’dan Z’ye bilimler kapsamında incelenmesi, 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken daha da hızlanacağı netleşen çok kutuplu dengede, Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyetine gösterilen “Dil, Tarih ve Coğrafya” hedefinin, günümüz okyanuslar jeopolitiğine uygun bir gereğidir.
Denizciliğimizi de doğuda Türkistan’a doğru genişletebilir isek, kök coğrafyamızdaki “Su Kuşağı” üzerinden, kuzey istikametinde Buz Denizine, güney istikametinde Hint Okyanusuna ve daha da doğuda Pasifik Okyanusuna erişimimiz kolaylaşacaktır.
RUSYA [6][7][8]
SİBİRYA
Sibirya Haritası
Büyük Kuzey Seferi
Rus keşfi Tarih: 1733 – 1745 Konum: Rusya
Önemli Kişiler: Vitus Bering Aleksey İliç Çirikov Georg W. Steller
Büyük Kuzey Seferi , (1733–42), Rus tarihinde, imparator tarafından başlangıçta tasarlanan bir girişimin devamı. Büyük Petro , kuzey deniz yolunu Doğu’ya haritalamak için. Sefer, Sibirya’nın Arktik kıyısının büyük bir bölümünü haritaladı ve Sibirya tüccarlarını Alaska yakınlarındaki adalarda kürk ticareti geliştirmeye teşvik etti . St. Petersburg’daki amirallik koleji tarafından desteklendi . Seferin planlayıcısı Yüzbaşıydı.Vitus Bering , Rus donanmasında görev yapan bir Danimarkalı. O ve Yüzbaşı.AI Chirikov, 1741’de Kuzey Pasifik’i geçen bir gemiye komuta etti. Gemiler bir fırtınada ayrılmış olsa da, her biri Alaska anakarasını gördü ve kıyıdan bazı adalara ulaştı. Teğmen.SI Chelyuskin, Sibirya anakarasının en kuzey noktası olan ve kendisine adını veren buruna ulaştı ve kuzenleriKhariton veDmitriy Laptev, Taymir Yarımadası’ndan Kolyma Nehri’ne kadar Sibirya kıyılarının haritasını çıkardı.[9]
ALTAY DAĞLARI VE CİVARI
GÜNEY SİBİRYA NEHİRLERİ
Sibirya’nın ana nehirlerinden bazıları, Lena, İrtiş, Yenisey ve Obi Nehri gibi Güney Sibirya dağ sisteminden doğar. Bölgenin diğer nehirleri Argun, Tom, Şilka, Selenge, Katun ve Biy Nehri’dir. Büyük Baykal Gölü, bölgenin en tanınmış gölüdür.
İrtiş-Ob-Yenisey nehirleri
Ob-İrtiş nehri
Başkentler: Astana. Novosibirsk
Ob Nehri
Rusya’da yer alan bir nehirdir. Asya’nın en büyük nehirlerinden biri
olan Ob, Altay Dağları’ndaki kaynaklarından Ob Körfezi’nden Kuzey Kutup
Denizi’nin Kara Denizine çıkışına kadar batı Sibirya’da kuzey ve batıya doğru akar.
Fiziksel çevresi ve popülasyonunda olağanüstü farklılıklar gösteren, Rusya’nın
kalbindeki bölgeyi geçen büyük bir ulaşım arteridir. Ob, nehrin alt akışını çevreleyen
bölgenin ve içine deşarj ettiği buzla tıkanan suların çoraklığına izin verse bile, Ob nehri
, yolcu ve yük taşımacılığına elverişli olması nedeniyle büyük ekonomik potansiyele
sahiptir. Ancak, Irtysh Nehri, Ob’un ana parçası olarak kabul edilirse, azami uzunluğu
5.410 km ile Ob, dünyanın yedinci en uzun nehri olarak kabul edilebilir. Nehrin su
toplama alanı yaklaşık 2.975.000 km2’dir ve dünyada bu konuda altıncı sıradadır. [13]
İrtiş Nehri
Orta-batı Asya’da yer alan bir nehirdir. 4.248 km uzunluğu ile en
uzun nehirlerden biridir. İrtiş Nehri ile Ob Nehri sistemi birlikte dünyanın en büyük
yedinci nehir sistemini oluşturmaktadır. İrtiş, Moğol Altay Dağlarından Sincan Uygur
Özerk Bölgesi içinde, Çin’de doğar, kuzeybatıya doğru hareket ederek Batı-Sibirya’da
Khanty-Mansiysk şehri yakınında Obi Nehri ile birleşip Kara Denizine (Sibirya’nın kuzeyinde, Arktik Okyanusu’nun bir uzantısı olan denizdir.) dökülür.
İrtiş Irmağı’nın havza alanı 1.673.470 km²’dir. Üzerinde Öskemen adıyla 1952’de ve
Bukhtarma adıyla 1960 yılında tamamlanan toplam iki adet hidroelektrik santrali
bulunmaktadır. Nehir gemi seferlerine açıktır. Üzerinde yer alan limanlar Rusya’da
Hantı-Mansiysk, Tobolsk, Tara ve Omsk ile Kazakistan’da Pavlodar, Semey ve
Öskemen limanlarıdır. [14]
Lena nehri
Başkent: Yakutsk
Lena Nehri , Rusya’nın en büyük nehri ve dünyanın en uzun 11. nehri veya nehir sistemidir. Güneydoğu Sibirya’daki Baykal Gölü’nün batı kıyılarındaki dağlardaki kaynaklarından Arktik Laptev Denizi’ndeki deltasının ağzına kadar 2.734 mil (4.400 km) akar . AlanıNehrin havza alanı yaklaşık 2.490.000 kilometrekaredir. Lena Nehri havzasının çoğu Başkenti Kuzeydoğu Sibirya’da bulunan Saha (Yakutya) cumhuriyeti Yakutsk , Lena Nehri kıyısında yer almaktadır.
Lena, Kachug’un altındaki bölümlerde küçük teknelerle ve Ust-Kut’un altındaki bölümlerde daha büyük gemilerle gezilebilir. En önemli limanlar Bulun, Zhigansk, Yakutsk, Vitim, Kirensk, Osetrovo, Zhigalovo ve Kachug’dur. Gezilebilir ana kollar sol kıyıda Kirenga ve Vilyuy ve sağ kıyıda Vitim, Olyokma ve Aldan’dır. Kereste, kürk, altın, mika, endüstriyel ürünler ve gıda ana kargolardır.
Lena’nın ilk Avrupalı keşfi 17. yüzyılın başlarında Ruslar tarafından gerçekleştirildi. 1631’de Ust-Kut’ta bir kale ve yerleşim yeri kuruldu. İlk bilimsel araştırma 1733-42’de Büyük Kuzey Seferi tarafından gerçekleştirildi. [15]
Yenisey nehri
Başkent: Krasnoyarsk. Abakan. Kızıl. Ulanbaatar.
Yenisey Nehri ; Asya kıtasının en büyük nehridir. Ortalama 19.800 m3/s akıntı
hızı ile dünyanın en yüksek debisine sahip olan altıncı nehirdir. Nehir kaynağını
Moğolistan’ın dağlarından alarak Sibirya topraklarının büyük bölümünü sulayarak
geçer ve daha sonra Kuzey buz denizi bölgesinde Kara Denizi’ne sularını boşaltır. Bir
çok Türk ve Moğol devletinin bu nehrin etrafında kurulmuş olmasından dolayı nehir
bu iki ırk açısından tarihi öneme sahiptir. Türk asıllı Tuva Cumhuriyetinin başkenti
olan Kızıl şehri Yenisey akarsuyu kenarında kuruludur. Selenga nehrini de dahil
edersek, Yenisey nehrinin uzunluğu yaklaşık 5.539 km ve havza alanı da 2.580.000
km2’dir.Yenisey nehrinde Oznachennoye ile deniz arasında düzenli olarak gemiler
seferleri yapılmakta, yük ve yolcu taşınmaktadır. Nehir üzerinde yer alan başlıca
limanlar; Krasnoyarsk, Strelka (Angara birleşme noktasında), Yeniseysk, Igarka,
Dudinka ve Ust-Port’tur. Kereste taşıması nehir üzerinde gerçekleştirilen taşımacılıkta
ana kargo türü konumundadır. Kargonun bir kısmı Krasnoyarsk’a yukarı doğru
gitmekte ve tersine harekette tahıl, kömür, petrol ürünleri, makine ve yine kereste
taşıması yapılmaktadır. [16]
TONYUKUK YAZITINDA GÜNEY SİBİRYA [17]
Harita: Tonyukuk’un Güney Sibirya Seferleri
Tonyukuk Yazıtı Nehirler-Göl (8):
Tonyukuk yazıtında Güney Sibirya’da 7 nehir ve 1 gölden bahsedilmektedir. Yazıtlarımız ise nehir adlarına atfen adlandırılmışlardır. Yenisey, Orhun. İlk yazılı eserlerimizde söz konusu olan su kuşağı coğrafyalarıdır. Türklerin yazıları ve yaşantıları nehir ortamları ile alakalıdır. Türk jeopolitiğinin sulak alanlar coğrafyaları araştırılmalıdır.
“Sayın Levent Ağaoğlu, Tonyukuk’un siyasi faaliyetinin ve kahramanlıklarının her taraftan incelenmesine yönelik fikrinizi candan kabul ediyorum. Bu kişilik gerçekten derinden incelenmesine layık, çünkü faaliyetleriyle Eski Türk Devletinin gelişmesine ve dünyada tarihi rol oynamasına önemli katkıda bulunmuştur. Her yaz Orta Asya ve Güney Sibirya’da eski Türk devresine ait anıtların keşfedilmesini amaçlayan saha araştırmalarında bulunmamı galiba biliyorsunuz. Bir yıl önce Tonyukuk’un gerçekleştirdiği savaş seferinin güzergâhından geçmeğe çabaladım. Batı Sayan dağ zincirinden Ona (Anı) nehri boyunca uzanan bu yol bugün de çok zor, bazı kısımları bir taşıt aracıyla ulaşılamaz, sadece dar patikalarla atlı olarak veya yürüyerek geçilebilir.
Tuvalı avcılar, bu yol üzerinde bulunan Kara-Hol gölü civarında bulunan ve yerli efsanelere göre büyük meydan muharebesinin olduğu ovayı bana gösterdiler. Söz konusu ovada Türk devresine ait büyük mezarlık bulunmaktadır. Aynı yerde Türk runik yazıtlarını buldum ve şimdi bu yazıtların okunması üzerine çalışmaktayım. Tonyukuk tarafından Kırgızlara karşı yapılması bilinen seferden başka bu bölgede herhangi bir askeri olay hakkında bilgi kaydedilmemiştir.
Size önerebildiğim birinci süje, Türk ordusunun tahminen yaptığı yolun betimlenmesi ve haritasıdır. İkinci süje, bu bölgede keşfettiğim runik yazıtların okunmasından kaynaklanacaktır. Üçüncü süje de, Tonyukuk’un gerçekleştirdiği savaş seferinin son noktası ve Kırgız Kağanıyla yaptığı meydan muharebesidir. Hakasya’da Kırgız Kağanı Bars-Beg’in konağının bulunduğu ovayı biliyorum. O ovada Tonyukuk’un başkanlığındaki ordu, Kırgızları uyku halinde bulmuştu. Ovada, yerli mitlere göre, meydan muharebesinin şemasını gösteren bir taş var, bir de bu olaylarla ilgili yazıtlar ve diğer şeyler keşfedilmiştir. Yukarıdaki önerilerim ilginizi çektilerse, lütfen, bana bu materyellerin ve resimlerin hazırlanması için planladığınız süreleri bildiriniz. Öte yandan önümüzdeki iki ayda başka işlerle çok meşgul olacağımı ve sadece Aralık ayında bu çalışmalara başlayabileceğimi dikkate aldığınızı rica ederim. Saygılarımla ve başarılar dileklerimle, 29 Ekim 2016. Prof. Dmitri Vasilyev. “ [18]
SONUÇ: “TÜRK JEOPOLİTİĞİ”
DİPNOTLAR
[1] Türk Etnogenezi Meselesinde Neolitik-Tunç ve Demir Çağları’ndaki Kültürler Üzerine Bir Değerlendirme. Yıl 2020, Cilt: 19 Sayı: 2, 447 – 458, 25.04.2020 Elvin Yıldırım https://dergipark.org.tr/tr/pub/jss/issue/53719/615506
[2] Prof Dr Osman Karatay. Eposta 24 Eylül 2024
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Orhun_Yazıtları
[4] https://www.google.com/search?q=dergipark+g%C3%BCney+sibirya&ie=UTF-8&oe=UTF-8&hl=tr-tr&client=safar#ip=1
[5] https://turan.org/guney-sibirya-turklugu/
[6] https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Rusya%27n%C4%B1n_cumhuriyetleri
[7] https://en.wikipedia.org/wiki/South_Central_Siberia
[8] https://en.wikipedia.org/wiki/South_Siberian_Mountains#:~:text=The%20South%20Siberian%20Mountains%20are,of%20the%20Great%20Russian%20Regions.
[9] https://www.britannica.com/event/Great-Northern-Expedition
[10] https://www.fallingrain.com/world/a/A/l/t/a/i/
[11] https://www.fallingrain.com/world/a/A/l/t/a/y/
[12] https://www.fallingrain.com/world/a/A/l/t/a/239/
[13] Liliya Malik, Philip Micklin, Lewis Owen (Çevrimiçi) https://www.britannica.com/place/Ob-River 24.12.2018
[14] Kenneth Pletcher, (Çevrimiçi) https://www.britannica.com/place/Irtysh-River 26.12.2018
[15] https://www.britannica.com/place/Lena-River
[16] Lewis Owen, Yenisey River, (Çevrimiçi) https://www.britannica.com/place/Yenisey-River
24.12.2018
[17] https://www.agaoglulevent.com/bilge-tonyukukun-seferleri/
[18] Tonyukuk’un Savaş Seferinin Güzergahı