ATATÜRK’ÜN STRATEJİK KAVRAMLARI NELERDİ? [1]
Levent Ağaoğlu: Değerli Zafer Toprak hocam. Atamızın geliştirdiği özgün stratejik kavramlar arasında en bilineni “Hattı Müdafaa, Sathı Müdafaa” dışındakiler hangileridir.
Zafer Toprak: Yurtta sulh cihanda sulh. O çok önemli bir strateji hakikaten.
Doğan Göçmen: O, bence o boyutu, o şekli ile diyalektik bir şekilde ifade eden tek kişi. Kant’ta bile ebedi barış metnini yazmış Kant’ta bile onu ancak Mustafa Kemal açısından baktığımız zaman o boyutları bir araya getirebiliyoruz. Fikir var ama o cümleyi kuramıyor Kant bir türlü. Mustafa Kemal’de var evet.
Zafer Toprak: Çok önemli tabii. Sakarya savaşı Türkiye’nin en büyük kayıp verdiği savaştır ve bıçak kemiğe dayanmıştı orada. Ankara’nın kapısına gelinmişti.
Olcay Aydilek: Malıköy’e kadar gelmişler hocam işte.
Doğan Göçmen: İlk gerilla savaşçısı hocam.
Zafer Toprak: Trablus’ta takip başlıyor gerilla. Gerilla savaşına geçiş.
Doğan Göçmen: Ağaoğlu’nun sorusuna şeyi de ekleyebiliriz hocam. O da bence çok stratejik ve diyalektik bir düşünüm sonucu ortaya çıkan bir fikir. Cismin bir kısmı yere zincirlerle bağlı iken diğer kısmı uçamaz diyor, mesela kadın ve erkek eşitliğini savunurken, bu da müthiş stratejik bir şey mesela. Göz ardı edilmemelidir.
Zafer Toprak: Nutkun o son paragrafı hakikaten bir edebi şaheser bana sorarsanız. Gençliğe hitabesi. Hakikaten. Ve Atatürk te okurken o kısmı gözleri yaşarıyor. O satırlar, gençliğe bırakması bütün geleceği gençlikte görmesi çok önemli bir açılım. Geleceğe bakabilen bir insan. Bu çok önemli. Biz günlük işlerle uğraşıyoruz bugün. Yarın doların ne olacağı derdimiz. Anlatabiliyor muyum? Oysa Atatürk daha geleceğin her zaman bir tehdit altında olabileceklerini ülkenin ve onun için savunuyor gençlerin üzerine gençlerden bekliyor. O satırlar çok önemli bence. Okullara levha olarak asılıyor galiba.
Olcay Aydilek: Yine Levent Ağaoğlu, bu Durkheim’dan hocam, işte mekanik ve organik dayanışmadan söz etmiştiniz ya. Bin yıl önce Farabi’nin de aynı dayanışma analizlerini yaptığını söylüyor. Hasan Hoca da bunu destekliyor. Bu fikir Aristoteles, Farabi ve İbn Haldun’da da vardı belli ölçülerde diyor hocam.
Doğan Göçmen: Platon’da da var o fikir.
Zafer Toprak: Düşünce tarihine gittiğimiz vakit her zaman düşüncenin bir sürekliliği vardır ama kesintileri de vardır. Anlatabiliyor muyum? O yüzden her şeyi bulabilirsin geçmişte.
Doğan Göçmen: Durkheim’daki iş bölümü hocam modern tartışmayla ilgili. O antik çağa gittiğin zaman orada genel olarak herkesin aynı mesleği yapması mümkün değil gibi söylemler var. Ama Durkheim’ın bağlamı bence direkt Adam Smith vs o modern ekonomi politik çerçevesinde formüle edilen daha çok tarihsel, sosyolojik bir bakış açısıyla formüle edilen iş bölümünün yerine ve biyolojist bir bakış açısıyla formüle edilen yeni bir iş bölümü kavramı getirmeye çalışıyor. O modern bir tartışma. Durkheim modern bir tartışma. Antik döneme kadar geriye gittiğiniz zaman bence anlamını kaybeder.
Zafer Toprak: Tabii canım. Mesela güçler güçler ayrımı falan görüşleri ta Aristoteles’e falan gidiyor. Her ne kadar Montesquieu’ye bağlıyorsak da o görüşleri gerisinde işte Locke var, Locke’un gerisinde Aristoteles var. Çok gerilere gidebiliyoruz.
Doğan Göçmen: İş bölümü tartışması her zaman vardı fakat Durkheim’ların yapmış olduğu tartışma modern bir tartışma. Tamam mesela Platon’da da var iş bölümü, Aristoteles’te de var, ama onlarda mesela işçi kavramı yok, emek kavramı yok. Bunlar modern kavramlar.
Olcay Aydilek: Köle emeği var hocam o zaman.
Doğan Göçmen: Evet emek de diyemiyorlar işte sorun o.
Olcay Aydilek: Levent Ağaoğlu diyor ki hocam, Atatürk’ün insan betimlemelerinden söz ettiniz diyor Doğan hocama. Atatürk ve insan kitabını yazdım. Bakalım yayınevi bulmaya çalışacağım diyor. Fatma Hanım da diyor ki Zafer hocam, kitaplarınızı önüme yığıp günlerce okumak istiyorum. İyi ki varsınız diyor. Hocam şimdi bir bağlarken birkaç cümleyle olabilir mi bilmiyorum ama şimdi Mustafa Kemal’in kütüphanesi. Sizin Atatürk’le ilgili kitabınızda var ve onun sofrası elbette. O kitapta 3000 küsur kitap Anıt Kabir’de şu anda bulunuyor. Çoğuna şerhler yazmış, yanlarına notlar almış. Savaş sırasında bile yoğun şekilde okuyor, kitap siparişi veriyor. İnanılmaz bir okuma sevdası var, sevgisi var. Bu Atatürk’ün sofrası ve kütüphanesi ile devrimler arasında ya da yenilikler arasında doğrudan ilişki kurabiliyoruz, değil mi hocam?
Zafer Toprak: Tabii. Çok pratik bir adam, yani okuduğu şeyleri uygulayan bir insan. Aslında kağıtta kalmıyor, Mustafa Kemal’in okuduğu. Bir şekilde onu uyarlama, yani ülkenin gerçekleriyle bağdaştırabilme becerisine sahip bir kişi. o açıdan da tabii, sofra sofradır sonuçta ama her zaman entelektüel bir ortam oluşması söz konusu. Düşünüyorum şimdi o tarihte Türkiye’de benzer bir kütüphane var mı? Yok. Yok.
Doğan Göçmen: Kant’ın sofrası aklıma geliyor hocam. Kant’ın da öyle bir sofrası var ya, her öğle mesela, birtakım arkadaşlarını davet edip onlarla, beraber sofrada sohbet ederdi.
Zafer Toprak: Ama, bakın o aslında o sohbet ortamı çok önemlidir. Yani ben kendi yaşamımda da ben 15 yıl her çarşamba tarihçi Tarık Zafer Tunaya hocayı ziyaret ederdim. Bize çok güzel pastalar falan ikram ederdi. Ama çok şey kazandım o sohbet toplantılarında. Kağıt üstünde göremediğiniz şeyleri hakikaten apaçık bir olaydır. Mesela orada Nazım Hikmet’le tanışmıştım. Niyazi Berkes’den çok şey öğrendim ben o sayede. O, yani yazmadığı, kitaplarında olmayan birçok şeyi konuşurken yakalıyoruz.
Olcay Aydilek: Hocam, 3000 küsur kitap değil mi?
Zafer Toprak: Anıtkabir’deki 9997 diye bir rakam var aslında. Ama şu var mesela Atatürk’ün İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nden getirip okuduğu, iade ettiği kitaplar var. Şimdi bu kitapların aslında bir kaç kataloğu çıktı aslında. Elimizde bu dökümü var bunların. Ayrıca Anıtkabir Derneği de Atatürk’ün okuduğu kitaplar diye 24 ciltlik bir seri çıkardı. Orada işte şerhlenmiş olan, altı çizilmiş olan satırları da içeriyor. Onları da gösteriyor aslında. Ama, ben sana 10 tane kitap sayayım. Atatürk’ün bilfiil gördüğü, okuduğu ve bunlar hakikaten Cumhuriyet Türkiye’sinin inşasında önemli kilit taşları işlevi görmüştür. Çok önemli bir şey. Yani düşünebiliyor musun? 1 Aralık 1921. Bunu aklınızda tutun. Atatürk’ün en az Nutuk kadar önem verdiği bir konuşmasıdır. Çok uzun bir konuşmasıdır. 4, 4,5 saatlik bir konuşmasıdır. Ve orada aslında neden 4,5 saatlik bir konuşmasıdır ve orada aslında neden güçler birliği olması gerekir bunu anlatır. Ve neden ulusal egemenlik önemlidir bunu anlatır. Ve bunu da hiç böyle önünde kağıt olmadan yapılan bir konuşmadır. Çok büyük bir hatip, anlatıyor. Düşünebiliyor musun 4,5 saat ara vermeksizin konuşabiliyor. Birkaç tane konuşması böyledir.
18 Kasım 2021
[1] https://youtu.be/JP8DkaNoRtk?si=Nk8s28Q_RV-ptqO9