HomeMAINTürk Bilgeliği, Hilmi Ziya Ülken

Türk Bilgeliği, Hilmi Ziya Ülken

Türk Bilgeliği,   Türk Bilgeliği,  Türk Bilgeliği, 

Türk Bilgeliği ilk kez sosyolog filozof Hilmi Ziya Ülken tarafından 1933 yılında yayınladığı Türk Tefekkür Tarihi kitabında kapsamlı olarak felsefi bakış açısından incelenmiştir. Maalesef şimdiye kadar özellikle Orhun Yazıtları başta olmak üzere böylesine bir felsefi inceleme yapılmamıştır halen de yapılmamaktadır. Türkler kendilerine özgü kültür öğeleri ile öne çıkmaktadırlar. Türk bodun, Türk halkı, Türk kahvesi, Türk tasavvufu, Türk Bilgeliği bu konuda en başta gelen örneklerdir.

Türk bilgeliği öncü filozofumuzun tespit ettiği gibi kolektif tefekkürdür, düşünme biçimidir. Böylesine bir bilgelik ise dünyada 7-8 millete özgü yapılardır. Bilgelik, fikirden önce gelmektedir. Ve aslında fikirlerin de temel kaynağıdır. Türk bilgelerinin ana özelliği ise gerçekçi olmalarıdır. Özellikle yazıtlar, destanlar ve atasözleri sözkonusu bilgeliğin ana eserleridir.

Türk bilgeliği, Türklerin ana omurgası ve iskeletidir. Bu sayede Türkler değişik coğrafyalarda ve değişik milletlerle birlikte yaşayabilmişler ve kendi hususiyetlerini kaybetmeden daha da zenginleşmişlerdir. Felsefe Türklerde bilgelik olarak zuhur etmiştir. Türk bilgeliğinde aslolan hayat mücadelesinde bilginin ön plana çıkarılarak kullanılması ve hayat mücadelesinde bu şekilde bilgi yolu ile hayatta kalınması ve ilerlenmesidir. Bilgi pratik yönden yararlı ve gerçekçi olmalıdır ve Türk bilgeliği de pratik bir konudur, düşünme biçimidir. Komşu ülkeler olan Yunanistan, Türkiye ve İran, bilgelik geleneği olan ülkelerdir ve kaderci, gerçekçi ve hayalci bir sıralama ile farklılaşmışlardır. Türkler ise gerçekçi yönleri ile sonradan her iki komşularının bulunduğu coğrafyalara yerleşmişlerdir.

Türk bilgeliğindeki kolektiflik hususiyeti aslında özellikle halkın bu düşünme biçimlerinin içinde, tam orta göbeğinde olması nedeniyle de çok daha zengin düşüncelerin, bilgeliklerin ortaya çıkmış olmasının ana nedenidir. Çünkü düşünen tek bir kişi değil ama halk topluluğu içerisindeki muhtelif mesleklerdeki yaşantı biçimlerindeki ve yaş seviyelerindeki farklı insanlardır. Bu bilgelikte birliktelik söz konusudur aynı zamanda. Bu düşünce zenginliği de aslında ortaya çıkan düşüncelerin çok daha muhtevalı olmasını ve zamana karşı yenilmemesini, kalıcı olmasını sağlamaktadır.

Bu şekilde Türkler kuşaklar boyunca 6000 kilometrelik bir mesafeyi aşarak bugün bulunduğumuz Türkiye coğrafyasında yaşamaya ve bu coğrafya içerisindeki insanlarla kaynaşarak çok daha zengin bir kültür oluşturmaya başlamışlardır.

 

 TÜRK HİKMETİ, HİLMİ ZİYA ÜLKEN

 Kaynak: Türk Tefekkürü Tarihi, İstanbul. 1933

  •  Türk hikmeti ve Türk mistisizmi
  • Asya’da Türk kozmogonisi ve Türk hikmeti
  • Kollektif Tefekkür
  •  “Türk hikmeti numuneleri”
  •  Türk hikmeti’nin mevki ve kıymeti
  • Hususi bir Hikmet
  •  Orhon Kitabeleri
  •  Asur Kitabeleri ve Orhon Kitabeleri
  •  Türk hikmetine göre, alemin nizamı
  •  Bilgi ve Tabiat
  •  Hakikati Görmek
  •  Varlık ve İnsan Vahdeti
  •  Kaynaşma ve Uyum
  • Oğuzname
  • Kozmogoni ve Mitoloji Birliği
  •  Türk Kozmogoni ve Hikmeti
  • Türk Tasavvufu 

  

Türk hikmeti ve Türk mistisizmi

Aslında kitap, Türk Tarih Cemiyeti’nin isteği üzerine ve daha büyük bir projenin parçası olarak kaleme alınmıştır: “Türk Tarih Cemiyetinden, Türk hikmeti ve Türk mistisizminin yazılması vazifesini aldığımız zaman bu kitabın mühim bir parçası üzerinde çalışmaya başlamıştık. Bundan başka eserin diğer birçok kısımlarında da, ayni cemiyet için hazırlık yapan muhterem zatların incelemelerinden istifade ettik.” Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, ss.10

Asya’da Türk kozmogonisi ve Türk hikmeti

Mösyö Berthelot, Keldaniler ve onlara temel olan Summer’lerdeki fikir hareketlerini, astro-biologie’yi tetkik etti. Âsur-Keldan kitabelerinin tahliline istinat eden bu tetkikler gösteriyor ki Yunan ilminin kökleri Summer ve Hittite’lerden gelmektedir. M. Abel Rey yeni neşrettiği Yunandan Evvel İlim ismindeki eserinde (Evolution de l’Humanité neşriyatından) bu fikirleri teyit ediyor. Ve artık fikir tarihine Yunanlılardan başlamanın büyük bir hata olduğunu ve onun kaynaklarını mutlaka Keldaniler, hatta Summer’lerde aramak lazım geldiğini söylüyor.

Diğer cihetten Zenker’in Çin felsefesi tarihi tetkik edilince, bu eski şark medeniyetinde fikir cereyanlarının Türk kozmogonisi ve Türk hikmeti ile ne kadar sıkı bir alâkası olduğu görülüyor. Çin’de hiçbir ırkî ve lisanî vahdet olmadığı ve bu memleketin eski zamanlardan beri çok defalar Türkler tarafından istila edildiği, hatta orada asırlarca müddet Türk hanedanlarının hüküm sürdüğü hesaba katılınca bu fikir akrabalığının kökleri anlaşılmış olur.

Edouard Chavannes esasen çok evvel Le Cycle Turc des ouze Animaux ismindeki eserinde Çin İmparatorluğu’na dahil memleketlerde hatta bir aralık bütün Asya’da kullanılan on iki hayvanlı takvimin evvela Kırgızlar tarafından icat edilerek, Türk istilası neticesinde Çin’e ve diğer Şarkî Asya milletlerine geçtiğini göstermemiş mi idi? Her ne kadar M. de Saussure, Journal Asiatique’in 1923 nüshasında bu kitaba itiraz ederek takvimin Kırgızlardan evvel yine Çin’de –az çok farkla– mevcut olduğunu göstermeye çalıştı ise de Pelliot’nun bahsettiği devirden daha evvel Türklerin birkaç kere Çin’i istila ettikleri hesaba katılacak olursa bu iddia o kadar yerinde sayılamaz.

Bu takvim, Türk dininin geçirdiği tekâmülde Animalisme’e ait bütün bir mitolojiyi taşımakta olduğu için onun Şarkî Asya milletleri arasında yayılması, Türklerin fikrî ve manevî istilalarını göstermek itibariyle mühimdir.

Japon müverrihlerinden M. Shiratori Japonların millî dini olan Shinto-sme’in köklerini tetkik ederek, bunun memleketlerine Hiong-Nou’lar tarafından getirildiğini gösterdi. Esasen bu dinin kozmogonisi ile Türk ve Çin kozmogonileri arasında yapacağımız mukayeseler de bunu daha fazla meydana çıkaracaktır.

Bütün bu tetkikler bize tarihin çok eski devirlerinde Türk tefekkürünün izlerini bulmak mümkün olduğunu, hatta onların birçok eski medeniyetlere kaynak vazifesi gördüğünü ispat etmektedir.

Daha yakın devirlere gelecek olursak burada Türk tefekkürüne ait zengin menbalarla karşılaşıyoruz. Orhon kitabeleri, Yenisey kitabeleri, eski İran mitolojisinde Türk izleri, Uygur eserleri bu devirde en çok istifade edeceğimiz esaslardır.

Edgar Blochet’nin İran-Türk medeniyetleri arasındaki münasebete ait tetkikleri, artık Sakaların ve Arsakların İran’ı çok eski istilaları hesaba katılınca başka bir şekilde tefsir edebilmek icab eder. (Bu tetkik Milli Tetebbular Mecmuası’nda Köprülüzade Fuat Bey tarafından tercüme edilmişti.)

İslâmdan evvelki Uygur medeniyeti 1904-1912 seneleri arasında Almanlar tarafından tetkike başlanmıştı. Turfan, Hoço, Karaşar şehirleri kumlar altından çıkarılarak kütüphane teşkil edecek kadar zengin vesikalar ve kitaplar Almanya’ya götürülmüş, Leipzig’de bir müze vücuda getirilmişti. Müller, Grünwedel, Von Le Coq ve daha birçok âlimler bu vesikaları parça parça tetkik ve neşre koyuldular. Henüz bu büyük hazinenin pek az kısmı neşredilmiş olduğu halde, mevcut tetkikler bile Uygur medeniyetinin ne kadar esaslı ve kuvvetli olduğunu göstermeye kâfidir.

Diğer cihetten Sarmatlar, Tokharien’ler, Scythe’ler hakkında yeni tetkikler çıkmakta; bu eski Türk kavimlerinin lisanı ve medenî hayatları araştırılmaktadır.

Göttingen’de 1931’de neşredilen Sieg et Siegling’in Tokharien’ler hakkındaki en yeni eserleri, aynı mesele hakkında Sylvain Lévy’nin Fransa’daki tetkikleri, Benveniste’in Sarmat lisanları hakkındaki makaleleri Türk tarihinin bu kısmını da aydınlatmaktadır. ss.12-14

Kollektif Tefekkür

Burada evvela Türk kavimleri içerisinde doğan ve hiçbir muayyen şahsiyet tarafından yaratılmış olmayan tefekkürü mütaala edelim. Ferdi yaratmaların eseri olmayan bu tefekküre kolektif tefekkür diyorum. Bu kısımda olan Türk Kozmogonisini tetkik ve onu Çin, Japon Kozmogonileri ile mukayese edeceğim. Bu mukayese bize uzak şark medeniyetinde Türk Kozmogonisinin faik mevkiini gösterecektir. Ondan sonra Türk mitolojisine ve onun diğer milletlerdeki mitolojilerle münasebetini tetkik edeceğim. Bu iki bahis din ile akıl arasında köprü vazifesini gördükleri için onları hareket noktası olarak alıyorum. Asıl bundan sonra akli tefekküre giriyoruz ki, o da kollektif Türk tefekkürünün en mühim eseri olan hikmettir. Burada Türk hikmetinin diğer dünya hikmetleri ile mukayesesi ve onlar arasındaki mevkiini göreceğiz. Kozmogoni, dini mahiyetteki alemin teşekkülü nazariyesidir, bunun ilmi şeklidir. Mitoloji, esatir veya ustureler yani kahramanlara ibadet şeklindeki dinin efsaneleridir. TTT ss.23

“Türk hikmeti numuneleri”

 Tarihin en eski milletleri arasında, kendine mahsus hikmet yaratmış olan birisi daha vardı. O da Türk milletidir. Çin’den Avrupa içlerine kadar bütün ülkelere girerek onlara kendinden birçok şeyler katan ve kendine onlardan birçok şey alan bir millet, şahsi fikir mahsulleri ve felsefeler yaratmaya kalkmazdan çok evvel maşeri kollektif bir rüşt kazanmıştı. İşte Türk hikmeti bu rüştün eseri ve ifadesidir. Fakat eski Türk metinleri şimdiye kadar bu görüşle tetkik edilmiş olmadığı için henüz cihan edebiyatına hatta bizim fikri hayatımıza aksetmiş değildir. Bu maksatla “Türk tefekkür tarihi membağları” ismi ile bir seri neşretmekteyiz. Bu seriden biri de “Türk hikmeti numuneleri” olacaktır. TTT ss.46-47

Türk hikmeti’nin mevki ve kıymeti

Birçok vesikalarına sahip olduğumuz Türk hikmeti’nin mevki ve kıymetini tayin etmek mümkün olacaktır. Filhakika gerek zamanın gerek işgal ettiği sahaların genişliği itibarıyla tarihin en büyük milletlerinden biri olan Türkler, muhtelif ırk, medeniyet ve muhitlerle temasın karşılıklı tesirleri neticesinde oldukça esaslı bir realist dünya görüşü kazanmışlardır.

O derecedeki bütün payen medeniyetlerde usturelerin ve polytheisme’in büyük bir mevkii olduğu halde; İslam’dan evvelki Türk medeniyetinde bunun çok ehemmiyetsiz bir halde bulunduğu kolaylıkla fark edilebilir. Bütün Orhon Kitabelerinde yalnız gök Tanrı’nın ismi ile bazen asra yağız yere ve çok nadir olarak yer sulara tesadüf edilir. Mitoloji eski Türklerde kabile itikatları yani şamanizm şeklinde olup bodun’un akli ve mücerret olan dininden hemen hemen silinmiş gibi idi. Akdeniz medeniyetinde yalnız İsraililerin bu derece yükseldiği ve Sokrates’ten sonra Yunanilerde bu devrenin başladığı malumdur. TTT ss.49-50

Hususi bir Hikmet

Diğer cihetten eski Türkler eski dinlerin bakiyesi olan mistik itikatlara pek az sahip bulunuyorlardı. Bu da onların mevzii ve kabilevi sihirlerinden ibaretti. Orhon Kitabelerinde yalnız çocukların hami perisi olarak Omay kelimesi geçer. Bütün bu sebepler onların Hint, Hıristiyan, hatta İslam medeniyetlerinde görülmeyen hususi bir hikmet vücuda getirmeleri imkânını hazırlamıştır. Bu vasıfları daha fazla tebarüz ettirmek için oğuz Türklerinin komşuları olan Moğollarla mukayese edelim: Moğol hükümdarları mezarlarını halktan ayrı ve gizli inşa ederler. Hâlbuki Türk kağanları mezarlarını abide halinde ve halka açık olarak kurarlar. Moğollarda zadegânlık halktan tamamıyla ayrı bir sınıftır. Türklerde zadegândık halkın içinden çıkmış ve görülen içtimai vazifenin emniyetine göre kazanılmış bir vasıftır. Moğollarda bütün büyük memuriyetler hükümdarın akrabasına mahsustur. Türklerde büyük memuriyetler liyâkatli insanlara ve bilhassa boy beylerine verilmiştir. TTT ss.50-51

Orhon Kitabeleri

Türk hikmetinin en eski numunelerine biz, Oğuzname’de ve daha sonra onun Türk ozanları tarafından söylenip toplanmış bakiyeleri olan Dede Korkut kitabında, en eski Türk savlarında, nihayet Orhon Kitabeleri içerisinde çok bariz olarak görülen hakimane ifadede tesadüf ediyoruz.

Orhon Kitabeleri muhtelif parçalarına ayrı ayrı şekillerde rastladığımız Türk hikmetinin en canlı numunesidir. Çünkü burada tıpkı eski Asur hükümdarları gibi bütün civar kavimleri mağlup ederek Orta Asya’da çok geniş bir imparatorluk tesis etmiş olan Türk kağanlarını kendi dillerinden dinliyoruz. Onların harplerdeki tasvirleri, zaferlerini anlatışları, tefahürleri, Türk Milletine hitapları bize Türk hikmetinin en temiz bir portresini çizmek ve onu diğer bazı milletlerin dünya görüşleri ile mukayese etmek imkânını kazandırmıştır. Filhakika bir milletin içinde tarihin veya iradenin sevki ile en nüfuzlu mevkileri işgal eden insanların dünya görüşlerinde eğer bir fikri olgunluk ve bir nevi hikmet eseri görülürse, bu eser o millet hesabına çok mühim ve kıymetli şeyler ifade edebilir. TTT ss.51

Asur Kitabeleri ve Orhon Kitabeleri

Asur Kitabelerinde hükümdar yalnız zaferlerinden bahseder: Harpte öldürdüğü insanlar ve yaptığı zulümlerle öğünür. Adeta bu kitaplar onların fahriyesidir. Hâlbuki Orhon Kitabelerinde Türk Kağan’ı bütün muvaffakiyetlerinde daima milletin yardımından ve etrafındakiler hizmetlerinden bahseder. Herkese ve her şeye hakkını vermesini bilir.

Orhon Kitabeleri: birinci abide, cenup ciheti-12: Biz az idik. Fakat Tanrı yarlıgadığı için, ben de çalıştığım için Türk bodunu çalıştı, kazandı. Asur Kitabelerinde hükümdar millete ancak kendi kudretini göstermek istediği zaman hitap eder. Orhon Kitabelerinde Türk kağanı zaferin şükranını söylemek, fakat aynı zamanda noksanlarını ona bildirmek için millete hitap eder. Orhon Kitabeleri: birinci abide, cenup ciheti: Yanılıp birbirinize düştüğünüzü buraya kazdım ona göre bilin ey şanlı Türk bodunu!

Görülüyor ki Asur kitabelerinde hükümdar, kavminin üzerinde çok ceberut, bir ezici kuvvet gibi olduğu halde: Orhon Kitabelerinde Türk Kağanı, Türk bodunun üzerinde bilgisi ve cesareti ile bir yardımcı, kendini sevdiren ve saydıran bir hamidir. İşte bundan dolayıdır ki Asur Kitabelerinın tahlilinden bir nevi hikmet çıkarmak kabil olmadığı halde, Orhon Kitabelerinın tahlili diğer unsurlarla birlikte bize bir Türk hikmetinin esas hatlarını vermektedir. TTT. ss. 51-52

Türk hikmetine göre, alemin nizamı

Türk hikmetine göre, alemin nizamı iki zıt kuvvetin arasındaki ahenk ve imtizaçtan doğmuştur. İnsan bu imtizacın mahsulüdür. İnsanların saadeti, dünya cennetleri ve milletler arasındaki sulh, bu ahengin devamına bağlıdır. İçtimai mertebelerin birbirine hürmeti, zümreler arasındaki uygunluk da yine aynı nizamın eseridir. Bu nizamın bozulması insanın hayat ve ahengindeki ahengi bozacağı gibi; bilakis insanın deruni ahenginin bozulması da bu nizamı sarsabilir. Böylece varlıkla insan arasında Türk hikmetine göre karşılıklı bir irtibat, adeta bir vahdet vardır. O suretle ki ne varlık insana ne insan varlığa tabi olmayıp ameli hayatın esası bunların vahdetinden hasıl olan ahenktedir.

Mesut olmak için bu vahdete uygun yaşamak lazımdır. Fakat ona uymak Yunan hikmetinde olduğu gibi alemin mukadder ve değişmez mertebelerine boyun eğmek, ona zıd gelen arzuları öldürmek değildir. Çünkü Türk Kozmogonisinde alemin uçurumlara ayrılmış mertebeleri yoktur. Ancak birbirinin zıddı olmasına rağmen yine birbirini tamamlayan ve böylece insanlara deruni inşirah içerisinde terakki imkânı veren iki prensip vardır. Evvelce gördüğümüz gibi bu prensiplerden biri mükemmelliğin, şeklin, sükunun ve ulaşmanın timsali olan Gök Tanrı’dır. O, bütün insanların hedefi, son gayesi, yani bizzat mefkuredir. Diğeri insanların içinden çıktıkları ve yine içine döndükleri toprak; arzular, ümitler ihtiras ve ızdırapların, nihayetsiz bir şevk ve hamlenin timsali Asra Yer’dir. O da, bütün insanların kaynağı, kudretlerinin pınarı, kendilerine mefkureye doğru atılma şevk ve hararetini veren memba yani bizzat şeniyet’dir. Bu iki prensip birbiriyle çarpışmak veya birbirine yabancı âlemler halinde kalmak şöyle dursun, bilakis nihayetsiz iştiyaklarından dolayı ancak vahdet haline geldikleri zaman varlık ve insanın ahengini vücuda getirirler. Halbuki Yunan hikmetinde tabiatın mertebeleri birbirine yabancı olduğu gibi; İran hikmetinde de iyilik ve fenalık şeklinde tecelli eden iki zıd kuvvet insanın vicdanında bir mücadele sahnesi bulur.

Bununla beraber gerek Yunan gerek İran felsefelerinde Türk hikmetinin izlerini bulmak mümkündür: Platon’a göre insan, misal (idees) aleminden ayrılmış ve yeryüzüne inmiş olduğu halde bunu müphem bir tahatturla canlandırır ve aslına kavuşmak için büyük bir iştiyak gösterir: insanda kemal ve mefkure aşkı bundandır. Zerdüşt’e göre de nihayet Hürmüz Ehrimen’e galebe çalacak ve alemin cidali bir ahenk ve sükûn ile nihayet bulacaktır.

Tahlil edilince, bunlardan her ikisinin de Türk hikmetine nazaran ne derecede eksik olduğu anlaşılır. Eğer insan, Sami Kozmogonisinde olduğu gibi gökten tard edilmişse onda bir peche original aramak lazımdır. O zaman en mantıki netice hristiyanlıkta olduğu gibi redemptiona müracaat yani mistik bir görüştür. Eğer insan, İran dininde olduğu gibi bu deruni çarpışmadan ancak son günde kurtulacaksa, o zaman hayatına inşirah vermek için daima son günü, Mehdiyi beklemek lazımdır. Nitekim İran hikmetinin nüfuz ettiği bütün mıntıkalarda İslamlar asırlarca Mehdi’yi beklediler.

Halbuki Türk hikmetinde insan zıt prensiplerin ahengine uygun yaşadığı müddetçe inşirah içerisindedir. Çünkü orada arzu, imha edilen bir kuvvet, bir nevi şeytan veya Deccal değil; fakat bizzat her an mefkurenin sükûn ve mükemmeliyetine doğru biraz daha yükselen bir kanattır. Ve yine orada mefkure bizim asla ulaşamayacağımız ve her atışta kırılıp düşeceğimiz yetişilmez bir alem yahut da bütün ömrümüzce hasret içinde yalnız serabını gördüğümüz çok uzaklara atılmış bir hayal değildir. Fakat o bizim arzularımıza her an biraz daha fazla atılmak ve yaklaşmak şevkini veren ve başımızı her kaldırışta sevimli yüzünü doya doya seyrettiğimiz Gök Tanrı’dır. Bunun içindir ki Türk hikmeti ne Yunan hikmeti gibi kaderci ne İran hikmeti gibi hayalcidir. Ona mutlaka bir isim vermek icap ederse diyebiliriz ki Türk hikmeti hakikatçi ve terakkicidir. Türk hikmetine göre, bu tabii nizamı devam ettirmek ve mesut olmak için bilgili, cesaretli, kanaatkâr olmak lazımdır. Yukarıda gök batar ve aşağıda yer delinirse bu nizam ve insanların bütün hakimane tedbirleri kendiliğinden bozulacaktır. Fakat o devam ettikçe bu nizamı sürdürebilmek için mutlaka bu üç fazilet bulunmalıdır. Türk Kağanı diyor ki:

“Türk oğuz beyleri! Bodun! İşitin. Öze tanrı batmayınca, asra yer delinmeyince Türk bodunu! ülkeni, töreni kim bozdu. Hâkim Türk bodunu idin. Bilgili ve görgülü olduğu için sizi düzeltmiş olan Bilge Kağanınız gelmiş, gitmiş. İyi ülkene kendi hatanı kötülüğünü giydirdin.” TTT ss 54-55

Bilgi ve Tabiat

Bilgili olmak, tabiatın nizamını bilmek ve onu bozabilecek sebeplere karşı hazır bulunmak demektir. Bizzat tabiat, imtizaç ve ahenk olduğu için, insanların hayatında da aynı suret ile imtizaç, ahenk ve sulhün hâkim olması lazımdır. Hakan’ın en büyük gayesi El birliğini temin etmek, milletler arasında sulha ulaşmaktır. O, bütün harplerini de bu gayeye varmak için yapar:

Çıplak bodunu esvaplı, fakir bodunu zengin ettim. Az kavmi çok ettim. Dört cihetteki milletleri hep sulhperver ettim. Düşmansız Kaganım.”

Fakat kabilelerin birbirine düşmesi, yabancı milletlerin müdahalesi bu nizami bozabilir. O vakit yer ve gök birbirine karışmıştır. Bilgi cesaret ve kanaatkarlık kalmamıştır. Hayatın bütün huzuru, saadeti kaybolmuştur. Çünkü artık arzular hedefsiz, kanaat ve itidalden uzaktır:

“Dokuz Oğuz kendi bodunum idi. Gök Tanrı ve asra yer karıştığı için düşman oldu. Bir yılda beş defa kavga ettik” “Çin’in tatlı davetine, yumuşak akçasına katılıp, ey Türk bodunu, öldünüz.” TTT ss 54-55

Bilgi iki şeyle kaimdir: birincisi tabiat nizamının kendine verdiği kuvvetleri bilmek ve iyi kullanmak, ikincisi de ahenk ve imtizaç bozan hilelere karşı uyanık bulunmakla. Türk hikmetine göre bu kuvvetlerin en mühimi cesaret ve çalışkanlıktır. Onu kaybeden hayatının direğini yıkmıştır. Bilginin bütün kıymeti şuradadır ki bu kuvvetler eksik olduğu zaman onlar hakkıyla görülsün, ihtar edilsin ve tamamlanmaya çalışılsın:

“İçerden aç, dışardan çıplak kötü, korkak bir bodunun üzerine geldim. Türk bodunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım küçük kardeşim Gültekin’le ve iki şadla beraber ölecek, mahvolacak derecede çalıştım. Her tarafı dağılmış olan Türk milletini yaya, çıplak yine bir yere topladım.”

Hakikati Görmek

Bununla beraber o hiçbir yerde kendi kendini ithamdan çekinmez: “Bizim askerin hayvanları, menzilleri, erzakı yoktu korkak adamlar idik. Cesur adamlar bize hücum etmişti.

“Türk bodunu ayaklarını yordu. Korkak oldu, geriye dönmüştü.”

Görülüyor ki Türk hikmeti her muzafferiyetten kendine bir tefahür hissesi çıkarmadığı gibi, her bir mağlûbiyeti de mutlaka talihe, tesadüfe veya başka bir bahaneye atmak zaafını göstermemektedir. Bilakis Türk hikmetinin bütün kıymeti hakikati görmesinde, onu yeis veya mübalağa ile karıştırmayarak, yeni vaziyetler almak imkanını kazanmasındadır. En büyük ve şerefli muvaffakiyetlerden sonra Türk hikmeti bilgi, cesaret ve itidalini kaybetmeyerek zafer sarhoşluğu içinde yüzmeyerek diyor ki:

“Türk bodunu! Memleketler zapt ettiğini buraya kazdım. Yanılıp birbirine düştüğünü buraya kazdım. Her ne ihtar etti isem abideye kazılmıştır. Ona göre bilin, ey şanlı Türk bodunu, beyleri” TTT 55-56

Varlık ve İnsan Vahdeti

Türk tarihinin en canlı ve beliğ vesikalarından birine istinatla esas hatlarını çizdiğimiz Türk hikmetinin tezahürlerini, şimdi artık diğer tarihi hatıralar içerisinde de arayabiliriz.  Bu hususta evvela Dede Korkut Kitabını tetkik edelim. Oğuzname’nin tarihi hatırasına merbut olduğu kolaylıkla anlaşılan bu kitap, eski Türk hakimlerinin, yani dedeler ve ataların hikaye suretinde anlattıkları Türk hikmetini ihtiva etmektedir. Kitabın girişinde birbirini takip eden iki nevi atasözleri ile karşılaşıyoruz. Bunlardan birincisi uzvi ve gayri uzvi bir tabiatın insan iradesiyle değişmeyen zaruretini ifade etmekte; fıtratın sabit şekillerini göstermektedir. İkincisi bilakis insanın kendi cehtleri ve şuuru ile kazanabileceği vasıfları, yani şahsiyetini, karakterini ihtiva etmektedir. Birbirini sıralayan bu Sav dizisi, tesadüfi olarak zikredilmiş değildir. Onlar Türk hikmetinde hâkim olan varlık ve insan vahdetini en veciz bir şekilde göstermektedirler. Nitekim kitabın fasıllarını birer birer gözden geçirince bu nokta daha açık görülür.

Kaynaşma ve Uyum

Birinci hikâyede insanların fena niyetleri ile iyilik ve ahenk isteyen kader mücadele ediyor. Kırk rakibinin terkini ile oğlunu öldürmek isteyen, Dersehan, kader (yani Hızır) tarafından kurtarılan oğlu Boğaç’ın sayesinde yine kırk rakibinin elinde esir olmaktan kurtuluyor. Görülüyor ki Türk hikmetinde mukadderat Eski Yunan’da olduğu gibi felaketler getiren bir kudret değildir. Bilakis o düzeltici, ıslah edicidir. Hatta insanların fena teşebbüslerini düzelterek, iyi fikirlerin tahakkuk etmesine yardımcı olur. TTT. ss.57

Türk hikmetinde, alemin nizamı erkek ve dişi prensipler arasındaki imtizaç ve ahenkten doğduğu için Hakan’ın karşısında Hatun ve ailede erkeğin karşısında kadın hususi bir mevkie sahiptir. Dersehan hikayesinde hükümdarın boy beylerini ziyafete çağırdığı zaman oğlu olanları ak çadırda, kızı olanlara kızıl çadırda, kızı olmayanları kara çadırda misafir ettiğini görüyoruz. TTT ss.59

Oğuzname

Türk töresinin olduğu gibi, Türk hikmetinin de Oğuz Han zamanında kurulduğu ananece kabul edilmektedir. Bu isnat Yunanilerde Lycurgue’e ait olan rivayetler gibi efsane ile karışıktır. Oğuzname’ye göre ona büyük fikirlerini terkin eden Abuş Hoca isminde bir Türk atası yani hakimi idi. Lakin bu adam fazla ihtiyar olduğu için, doğrudan doğruya Oğuz’la görüşmüyor: oğlu Kara Sülük vasıtalarını düşüncelerini telkin ediyordu. Oğuz’dan sonra Gök Han, Türk milletinin başına geçtiği gibi; Kara Sülük’ten sonra da Erkil Ata, Türk hikmetini temsil etti. Erkin Ata, çocuklar arasında teşkilat yaptı. Milleti boylar, ağarlar ve oğuşlara ayırdı.

Erkin Ata’dan sonra bu vazifeyi Hoca Buda, Yasaban Hoca, Korkut Ata gördüler. Oğuz ananesine göre bu sonuncu çok Türk hakimliğini hicret senelerine yakın muhafaza ediyordu. Yukarıda bazı hikayelerini naklettiğimiz Dede Korkut da işte bu Oğuz hakimlerinden biri olarak görünüyor. Eski savlar ve yeni darb-ı meseller muhtelif zamanlarda yetişmiş olan bu atalara ait ise de onlardan hiçbirisinin hususi şahsiyeti mevzubahis olmaksızın, bütün atasözleri bir bütün halinde kolektif Türk tefekkürünün unsurlarını ve Türk hikmetinin canlı vesikalarını teşkil ederler. TTT ss. 59-60

Kozmogoni ve Mitoloji Birliği

Türk kavimleri arasında en umumi ve müşterek nokta hemen ekserisinde ziraatin esaslı maişet şeklini teşkil etmesidir. İşte bütün ihtilaflara rağmen, Kozmogoni ve mitoloji birliğini doğuran ve az çok müşterek bir Türk hikmetinin umumi hatlarını çizmemize yardım eden de bilhassa bu noktadır. TTT ss. 77

Türk Kozmogoni ve Hikmeti

Yusuf Has Hacip ticaret vesilesiyle beynelmilel münasebetlere ve memleketin dünyaca tanınmasına büyük bir ehemmiyet vermektedir. Kutadgu Bilig kadın hakkındaki telâkkisinde de Oğuz töresinden ayrılmıştır. Evvelce gördüğümüz gibi Orhon Kitabelerine göre kadın ailenin mürebbisidir. Ocağın temeli, bilgili ve tecrübeli bir insandır. Onun bu hâkim rolü Türk Kozmogoni ve hikmetine aksetmiştir. Halbuki Kutadgu Bilig’e göre kadın bütün fenalıkların menbaı, vefakarlık ve fazilet işlerinden hemen tamamı ile mahrum olup evde hapsedilmesi ve bilhassa umumi hayat işlerine katiyen karıştırılmaması lazımdır. Kadın hakkındaki bu fikirleri aynıyla Nizamülmülk’ün Siyasetnamesinde de görmüştük. Çok iyi anlaşılıyor ki harem hayatı ve bir nevi peche original telâkkisinin neticesi olan bu yeni fikirler İslami İran tesirlerinden ileri gelmiş ve Türk Kozmogoni ve hikmetinin kendine mahsus vasıflarını örtecek bir hal almıştır. TTT 171

Türk Tasavvufu

Feridüddin Attar ve Hâkim Senai henüz daha Türk sufileri tarafından tercüme edilmezden ve okunmazdan evvel, Türkler arasında doğrudan doğruya bir halk mistisizmi başladı. Bir taraftan Eski Türk hikmeti ile birleşmeye ve onun yerini tutmaya çalışan bu halk mistisizmi ile İran’ın felsefi tasavvufuna ait tercümeler inkişaf ederken, diğer taraftan Türkler tasavvuf sahasında ilk büyük ve orijinal mahsullerini Acemce olarak vermeye başladılar, yedinci asır içerisinde Orta Asya’da Necmettin Kübra, Azerbaycan’da Mahzeni Esrar muhariri şair Nizami-i Gencevi, Anadolu’da Mevlânâ Celaleddin Rumi yetişmişlerdir. Eserlerinin Farsça ve Arapça olmasına rağmen her üçü de Türk oldukları gibi, klasik Arap ve İran tasavvuflarından çok farklı ve orijinal fikirler getirmişlerdir. Aynı asır içerisinde tasavvuf fikir hareketi olmakla kalmayıp, ahlaki ve siyasi teşkilat yapmaya başlamış; artık gerek Arap ve Acemlerin gerek Türklerin kendi eserleri ile çıraklık devresini kafi derecede geçirmiş olan Türk mistikleri yeni nesil için didaktik eserler meydana getirmeye başlamışlardır. İşte yedinci asır nihayetlerinde Türk mistisizmi bu safhalardan geçmek suretiyle kendi diliyle ifade edebileceği felsefi ve sanatkarane yeni bir dünya yaşıyor olmak istidadını kazandı. İlk orijinal mistik Türk şairi Yunus Emre bu asır sonunda yetişti. İlk büyük mistik Türk nasiri Sinan Paşa sekizinci asır ortalarında yaşadı. İlk mistik mütefekkirler de dokuzuncu asırdan sonra görünmeye başladılar. TTT 202

Türk tasavvufu bu ilk şeklinde, eski Türk hikmeti ile bağlarını muhafaza ettiği için, burada memleket rabıtaları, vatan ve ülke telakkileri insan fikrinin yanında yer almaktadır. Bilhassa İran’ın ahlakçı sufileri olan Feridüddin ile Hâkim Senai’yi bu noktada sırri Türk hikmeti ile mukayese edebiliriz. Hatta bu hususta mutasavvıf olmamakla beraber sufiyane bir lisana ve zevke malik olan Şeyh Sadi’yi de Türk hikmetinin karşısına koymak mümkündür. İşte bu hususi vasıflarından dolayı ilk Türk tasavvufu olan Sırri Hikmet’i ceryan  halinde mütalaa ediyoruz. TTT 204

Türk Bilgeliği,  Türk Bilgeliği,  Türk Bilgeliği,  Türk Bilgeliği Türk Bilgeliği,  Türk Bilgeliği 

Sözlük:

Kozmogoni: Evren doğumu

Müverrih: Tarihçi

İmtizaç: Kaynaşma, uyuşma

İçtimai: Sosyal

İnşirah:  İç huzuru, iç açıklığı; gönül rahatlığı

Şeniyet: Gerçek

İştiyak: Güçlü istek, arzu

Tahattur: Hatırlama

Cidal: Çekişme, kavga

Tard etmek: Kovmak, def etmek, uzaklaştırmak

Peche original: Orijinal günah

Redemption: Borcun Ödemesi

Tefahür: Övünme

……………………

Not:

1 Topdemir Hüseyin Gazi, 2021. Bir Cumhuriyet Bilgesi: Hilmi Ziya Ülken. Özne Felsefe Bilim ve Sanat Yazıları  Bkz: https://www.cizgikitabevi.com/kitap/1281-ozne-34-kitap-hilmi-ziya-ulken-dogumunun-120-yilinda

2 Hilmi Ziya Ülken: “Türk Hikmeti”. İçinde: Türk Tefekkürü Tarihi, İstanbul. 1933. 46-60 ss.  Türk hikmeti yazan bölümleri aldım. Bu konuda bir farkındalık yaratmaya çalıştım. Hakim olan kişi davranışlarındaki bilgesizlik. Lider bilgesizlik içinde olursa toplumun da pusulası çalışmıyor. Türklerin Bilgeliği o açıdan işlevsel bir yayın olacak.

3 “Her bir milletin kendi tarihi ve kültürünü, yani, bütün millî varlığını değerlendirecek seviyeye yükselmesi, onun gelişmesi ve olgunlaşmasıyla bağlantılıdır. Eski Türk’ler bu seviyeye çok erken dönemlerde bile ulaşmayı başarmıştır. Üç bin yıldan beri Avrasya’yı iskân edinen Türk’ler, “etnos” olarak kendisinin iyi ve kötü taraflarını, başarılı ve zayıf noktalarını, hayat ve bilgelik tecrübelerini asırlarca süzgeçten geçirerek değerlendire gelmişlerdir. Halk destanları ve atasözleri, mitoloji ve efsaneleri böyle bir süzgecin açık delilidir. Orhun-Yenisey abidelerine baktığımızda, birçok eleştirel fikirler, birlik ve dağınıklık, beraberlik ve anlaşmazlık hakkında hayat tecrübesini esas alan gerçekler yatmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un, Yusuf Has Hâcib’in ve A.Yesevi’nin eserlerindeki dahilik-bilgelik tavsiyeleri de aslında etnolojik bilimin temelidir.”  https://akmb.gov.tr/wp-content/uploads/2023/02/Bilge-pdf.28.pdf

Etnoloji budunbilimi demek. Yazıtlarda en çok kullanılan kavram ise budun yani etnos. HZÜ Hilmi Ziya Ülken’in değindiği kolektif tefekkür neticesinde oluyor bütün bu alıntıda yazılanlar. Batıda böyle bir etnos yok, serf var feodal beyler var. Kolektivite kavramı yok. HZÜ nün eserleri altın anahtar, ana kaynak. Hasan Ali Yücel ve ekibi kendimize ve HZÜ ye sırtını dönmüş. Yabancılaşmışız. Kendimizi batı ile karşılaştırıp aşağılıyoruz.


Subscribe For Latest Updates
And get notified every monday at 8:00 am in your mailbox
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular