Uygarlık tarihindeki büyük gelişim ve dönüşümlerde milletlerin, kendi kültür havzalarının ve dünya kültür mirasının temel metinleri ile kurdukları diyalojik ilişkinin çok önemli bir rolü olduğu tevsik olunmuş bir bilgidir. Bu açıdan her çağın ve o çağı yaşayan milletin kendi çağına ve ihtiyaçlarına özgü okuma ve yorumları yapması son derece önemlidir. Bilimsel, dini ve kültürel metinlerin nihaî ve donmuş bir anlamı yoktur. Bu mirasla kurulacak ilişkinin düzeyi ve derinliği, yaratıcılığı yeni bir medeni hamle için temel referansları oluşturur.
Bir kültürel geleneği tanımlamak için kültür çevresi, kültürel hinterland, kültürel ekoloji, kültür coğrafyası gibi kavramlar farklı bilimsel geleneklerden esinlenerek kullanılmaktadır. Bahsettiğim kavramlar Batı sosyal bilimler literatürü içerisinde üretimli kavram ve değerlendirmelerdir. Bir sosyal yapıyı anlamak ve açıklamak için ortaya konulmuş açıklama, model ve çözümler başka bir sosyal yapıyı açıklamak ve çözümlemek için birebir transfer edilemezler. Bu anlamda Türk kültür tarihinin ve sosyal yapısının dinamiklerini en iyi kavramsallaştırabileceğini düşündüğüm “Türk kültür havzası” kavramını yeni bir teklif olarak önermekteyim.
Batı açısından bakıldığında Doğu dünyası kendi kimliğini oluşturacağı bir öteki repertuarıdır. Antik dönemdeki Pers Grek mücadelesinde başlayan Doğu Barbarlığı imgesi, Batının kolektif şuuraltında süreç içerisinde katmanlaşarak pekişmiştir. Türkleri, bu anlamda Müslümanları ve Doğu dünyasını ötekileştirmenin bilimsel! bir altyapısı vardır. Avrupa’da XIX. yüzyılda Pozitivist felsefenin ve Darwinizm’in etkisiyle başlayan Irk temelli yaklaşımlar kısa sürede bilimsel görüntülü bir siyasal projeye dönüşmüştür.
Atatürk dönemi TDK’nın “Güneş Dil Teorisi” diye sistemleştirmeye çalıştığı yaklaşım Müller’e ve Avrupa’nın saldırgan ve ötekileştirici filoloji temelli politikalarına karşı bir cevap verme kaygısıydı. Maalesef Türkiye’deki sosyal bilimciler “dilciler de dahil” bu meseleyi sebeplerini araştırıp anlamadan naif bir biçimde tezlil ve tahfif ederek yansıtmışlardır. O yüzden Hint Avrupa Dil Ailesi teorisin en müfrit müminleri halen Türkiye’dedir.
Özellikle Batıda Rönesans ve Reform sonrası Avrupa’da ortaya çıkan ve o güne kadar başkaca hiçbir coğrafyada ve gelenekte görülmeyen yeni bilgi ve bilim anlayışı bütün kadim gelenekleri olduğu gibi bizim medeniyetimizin algı düzenini de sarsıntıya uğratmıştır.
Yeni bilimsel yaklaşımda bilimsel bilgi sadece gözlemlenebilir ve ölçülebilir alandaki deneysel a pasteriori alana münhasır kılınmıştır. XX. yüzyılın başında Fizikte kuantum teorisi, belirsizlik tartışmaları ile bilim felsefesi yepyeni bir mecra kazanmıştır. Artık saf bilim Fizikte bile mutlak bir kesinlikten değil sınırlı bir gerçeklikten söz edebilmekteyiz. Kurt Gödel’in can sıkıcı setler teorisi ile matematiğin de her zaman mantıksal ispat için yeterli olamayacağı ortaya çıkmıştır.
Ve ille de uluslararası ilişkiler uzmanları… Papatya falı gibi sözüm ona analizler… Tarih, kültür, sosyoloji, Türk tarih felsefesi, ve sosyolojisi hakkında hiçbir donanım ve fikri olmayan İngiliz aksanlı a’’mmm diye sekans değiştiren garip adamlar. Hiçbirinde temel bir Türkçe tarihsel kaynağa, sosyoloji literatürüne, coğrafya literatürüne atıf yoktur. Pek çoğu Tük kültürünün temel kaynaklarını bilmezler. [Bilmediklerini yine yazdıkları metinlerden çıkarıyorum,] Ama maşallah, o millet hakkında “brain stormy” aparırlar. Ezber ve derinliksiz bir kültür. Kissinger, Brezezinski, Fukuyama gibi temel bilimlerden gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarının karşısında bu vasatın sözleri “afazik sayıklamalar” gibi kalıyor. Türk kurmaylarını bu akıl yetiştiriyor, devlet cihazını milli akılla bu vasat teçhiz ediyor. Pek de teçhiz olduğu söylenemez ya! Askeri yükselme ve terfi sistemimizde, kıta ve saha tecrübesi ve başarısı, diğer unsurlar kadar dikkate alınmalıdır, askerlik son tahlilde sahada yapılacak olan bir etkinliktir. Binlerce yıldır savaşan bir millet olarak kendi askeri ve stratejik literatürümüzü, talimnamelerimizi üretmeliyiz. Harp okullarında ve akademilerinde belli bir rütbe düzeyinden sonra sırf saha deneyim ve tecrübesini yazılı hale getirip bilimsel olarak işleyecek askeri anabilim dalları kökleştirilmeli burada bilimsel asistanlıktan itibaren işin teorik boyutunu bilen insanlar yetiştirilmelidir. Bu anlamda sivil kaynaktan da destek alınabilir.
Kültür bilimlerinde ve bu arada uluslararası ilişkilerde olgular hakkında, şeyler hakkında bizim tam ve yanılgısız bir bilgimiz imkansızdır. Türkiye’de “her görüşten milli aydınlara çağrı yapıyorum: Türkiye bu vasat ile uçuruma yuvarlanıyor: Lütfen öne çıkın bir aydın platformu inisiyatifi olarak ortaya yeni bir kuramsal imkan, teori ve program koyun. Tabanı ve siyasileri eylem –kuram tutarlılığına davet ediniz. Kurumsal yapılar ötelemeden lütfen Türkiye’nin birikimini bir araya getirmekten sarfı nazar etmeyin. Milli alanda fuzuli şagil yapan aydın ve her türlü temsil makamındakiler lütfen yer açın. Gökalp, Atsız, öğretmen okulu ve Ocak seminerleri ile bu yeni durumu kavrayıp açıklayamıyorsunuz. Bu kesik dansa karşı yeni bir şeyler söylemek lazım. Bir soluklanın “bu kesik dansa karşı “ yeni bir şeyler düşünün. Konuştuklarınızın, yazdıklarınızın yarısı kadar yeni metinlere bakma fırsatını yakalamış olursunuz. Artık Nato’cu vasatı Türk milliyetçiliği diye yutturamıyorsunuz, Saymak ile Kalın Oğuz beylerinin “menakıbı” tükenmez, eksiğini siz tamamlayın!
Sivil alanda doğal iktidar alanlarında ‘hadi ekonomide yokuz’ hukukta, bilimde, kültürde, sanatta, akademik ilahiyatta, eğitimde ortaya dişe dokunur metinler koyup bu alanları tahkim edip muktedir olmak gerekiyor. Bu ağırlık karşısında “çiğ slogandan ibaret” sünnetçi danişmendler ve siyasi elit kendine çeki düzen vermek; olmazsa elenmek durumunda kalır.
Demokratik gelişmenin ekonomik kalkınmayı sağladığı yönünde hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Veriler bunun aksini söyler. Bu durum sadece bizim gazeteci, yazar ve politikacılara özgü lümpen bir jargondur.
Güncel durumda siyasallaşmış din anlayışı bir ideolojik önermeler dizgesi halinde bütün varoluş alanlarına ait iktidarını yayma iddiasındadır. Keza XIX: yüzyılda kalmış dar pozitivist ilerlemeci bilimci anlayış da entelektüel alanda simetrik bir konumdadır. Böyle bir teorik meseleyi aşmadan çağdaşlık, demokrasi, halk egemenliği gibi kavramlar havada kalır.
Türk kültür havzası tabirini kullanırken antropoloji ve halk biliminde kullanılan kulturraum, kulturgebiet, cultural ecology, cultural area kavramlarını “kendi idrak ve anlayışım ölçüsünde” tenkidi bir tarzda ele alarak gündeme getirdim. Türk kültürünün tarihsel macerasına, zihniyet dünyasına en uygun kavramın bu olacağını düşündüm.
Her şeyden önce bilimsel bilginin sınırlılıklarını öğrenerek başlamak icap eder. Bilim her şeyi bilmez, bilgi türlerinden sadece bir tanesidir. Bu haliyle bile doğayı ve olgular alemini yapısal olarak izah etmekten uzaktır. Dil, mantık ve matematik olarak kainatın varoluşsal sınırlılıkları aynı zamanda bizim bilme alanımızın da sınırlarını oluşturur. Bilimle neden ve nasıl sorusuna cevap vermek mümkündür. Bu haliyle maddi alemi anlama ve izah etmekte, bu alandaki problemlerin çözümünde hâlâ biriciktir. Niçin sorusuna bilim, tarihin hiçbir döneminde cevap verememiş bunu terine kadim dönemde din ve mitoloji tarihsel dönemde felsefe ve sanat bu rolü üstlenmiştir. Sembolik formları, soyutlama yeteneği sayesinde diğer varlıklardan farklı olarak kendisi ve yapıp etmeleri üzerine düşünebilen ve bunu aktarabilen bir varlıktır. Dış dünyayı gözlemlerken aldığı verileri akıl zihin sürecinden geçirerek önceki deneyimleri ışığında bilgiye dönüştürür. Sebep sonuç ilişkisi diye varsaydığımız süreç tam da bu noktada öznenin bir vehmi olarak ortaya çıkar.
Türk milliyetçiliği, Tanzimat’tan günümüze ağırlıklı olarak Türklük bilim alanının bilgi etkinliği içerisinden kurulmuştur. İktisadi perspektiften ekonomi-politik zemininde eksikliklerle malûldür. Bu manada Yusuf Akçura ve Ağaoğlu’nun tespitleri ve açıklamaları dikkat çekicidir. Günümüz Türkiye’sinde milletleşme sürecini tamamlayamamış cemaat ve feodal toplumsal kesitlere sahip bir ülkede “milletleşme” ülküsü hâlâ biricik seçenektir. Yeni bir üretim ve paylaşım kültürü/ liberal kapitalizmin anti hümanist cephesi bunun için vergi ve maliye toplamda iktisadi politikalarının önemi vardır. İstihdam üreten çevreye ve insan haklarına saygılı bir üretim modelini tartışmak artık zaruridir. Bu doğrultudan milli bir siyaset felsefesini üretmek mümkündür.
Bilimin amacı “neden” ve “nasıl” sorusuna cevap bulmaktır. İmkan ve sınırlılığı bu soru çerçevesindedir. Niçin sorusunun cevabını kendi bağlamı içerisinde din, felsefe, sanat, mitoloji verir. Bu çerçevede dini perspektif ve donanımla bilimsel alana ilişkin olguları açıklamaya çalışmak veya tersine bilimsel metodolojiyle ampirik ve rasyonel yoldan dini alanda açıklamalara girişmek yersiz ve beyhudedir. Kültürel alanda gerçek manada donma ve çürüme böyle bir iklimde başlar. Bu süreçten herhangi bir yaratıcı yenilik veya üretim beklemek boşunadır. Bu anlamda Gazali’nin “rasyonel teolojiye” yaptığı tenkitler dikkate alınmalıdır. Dini alanın bütüncül olarak bütün bilgi alanlarını aynı şekilde bilimin kainattaki bütün soruları cevaplama iddiası temel çelişkimizidir. Bu çerçevede metafizik ve rasyonel alanların kendi sahalarına çekilmesi ülkemizdeki güncel gerilimin aşılmasında önemli bir çözüm imkanı sunar. Dünyanın hiçbir ülkesinde bir siyasal kadro her Pazar kiliseye gittiği veya mezmurları çok iyi yorumlayabildiği için oy alamaz, siyasal yönetme talebinde bulunamaz, bulunsa dahi kamuoyları tarafından dikkate alınmaz. Keza ülkemizde dindar veya ladini bir yurttaşımız evine elektrikçi, tesisatçı alırken ustanın dindar mı, laik mi olduğuna bakmaz öncelikle “iyi usta “ olup olmadığını kontrol eder. Diğer taraftan ondan daha titizlikle hareket edilmesi gereken siyasal kadroların seçiminde Kuranî bir ilke olan “ehliyet ve liyakat” ölçütünü pek az dikkate alarak kararını Müslüman, namaz kılıyor, “torpil yapıp Hacca” gidiyor gibi irrasyonel bir çerçeveye taşıması temel bir problematiktir.
Kaynak: TÜRK KÜLTÜR HAVZASI YAZILARI Prof Dr Kemal Üçüncü Yeni Bin Yılın Eşiğinde Millî Mefkûrenin İmkân ve Kabiliyetlerine Eleştirel Bir Bakış Yazan Prof. Dr. Kemal Üçüncü 30 Aralık 2015 https://21yyte.org/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/yeni-bin-yilin-esiginde-mill-mefkrenin-imkn-ve-kabiliyetlerine-elestirel-bir-bakis/8365