HomeMAINDüşünme, Konuşma, Söz ve Yazma Üzerine, Gazali

Düşünme, Konuşma, Söz ve Yazma Üzerine, Gazali

İnsanın en büyük gücü düşünce gücü olup bu konuyu enine boyuna inceleyen filozof Gazali’nin “düşünme, söz ve konuşma” başlıklı kitabından önemli gördüğümüz pasajları seçerek dikkatinize sunuyorum.

Gazali’nin felsefi incelemesinin çok derinlere indiği görülmektedir. Düşünce gücü dendiği zaman tabii ki bunun fonksiyonları dinleme, söz, konuşma ve yazı şeklinde ortaya çıkmaktadır ki bütün bu safhalar Gazali tarafından incelenmiş bulunmaktadır.

Gazali, Mustafa Kemal Atatürk’ün de dikkat çektiği filozoflarımızdandır.

“Bütün İslam aleminin medarı iftiharı olan İbni Rüşd’ler, İbni Sina’lar, İmam Gazali’ler, Farabi’ler gibi yüksek düşünceli simaların milletimizin ulema sınıfı içinde nurlu beyinleriyle mevcudiyet arz edeceklerine eminim.”  Gazi Paşa, Konya Sultani Mektebi’nde Nutuk, 22 Mart 1923

 

Gazali üzerindeki tartışmalara da buraya aktardığımız pasajları okuduktan sonra daha dikkatli bir şekilde yaklaşılacağını düşünüyorum.
Dilimize düşünce gücünün yansıması okumak, kafa, felsefe yapma, “düşün düşün.. işin” kalıp cümleleri ile olumsuz bir şekilde yansımıştır.

Burada iki soru karşımıza çıkmaktadır. Bu olumsuz algı neden ortaya çıkmıştır ve ikinci soru olarak da bu algı nasıl kırılabilecektir?

Batılı filozof Descartes’den dilimizde sürekli alıntılanan “düşünüyorum o halde varım” manşet cümlesinin daha etkilileri, Gazali’nin metinlerinde fazlasıyla var olmasına rağmen, neden ezberlerimiz arasına girmediği de önemli bir sorudur.

 

DÜŞÜNME

 

İmdi, yüce Allah, ruhani alemi doğrudan yarattığı ve cismani alemi dolaylı yarattığı ( halk ) vakit insanı öteki yaratıklardan ayırdı ve büyük alemin bir örneği olması ve kendisine küçük alem denilmesi için var edilmiş en ince düşünülürleri ve duyulurları onda topladı.

Bu kelimenin, açıklaması uzun tutan, kalpleri açık olanlara gizli kalmayan ve yeteneği eksik olanlara verilmesi helal olmayan bir açıklaması vardır.

Bu insanın yaratılmış varlıklar arasından ayırt edilmesi ve hakikatin beyanı ile özelleşmesi sadece düşünmenin değeri sebebiyledir.

İşte kim düşünmenin hakikatini bilmezse onun insanlığı sadece isimden, doğru yoldan nasibi de resimden ibarettir.

İnsanlık salt düşünme olunca, bir çok insan konuşma, düşünme ve söz arasında ayırım yapamayarak, düşünmenin hali ve niteliği konusunda şaşırıp kalınca, sandılar ki bu sözcükler bir tek anlama isim olmuştur.

Eğer durum onların sandıkları gibi olsaydı yüce yaratıcıya düşünen feleğin cismine söyleyen denmesi mümkün olurdu. Oysa bu hiç belirtilmeyen bir şeydir. O nedenle biz bu isimlerin hakikatini açıklamak, bu anlamların arasını ayırmak ve böylece onların akıl sahipleri için ayrılmaz bir parça olmalarını istedik. 44

Düşünme, tümel aklın eseridir. Öyleyse, düşünme bir ibarenin biçimi,  bir işaretin kendisi,  harflerin şekli ve seslerin hecelenişi değildir. Tam tersine düşünme insan nefsinin,  bilgisine yerleşmiş,  aklına girmiş, şekilsiz ve cisimsiz soyut biçimi ifade edebilmesidir.

İnsan nefsi,  ne vakit kalp aynasında fertleri ve özleriyle nesnelerin hakikatlerini tasavvur eder,  nefis onları dile getirebilir;  zihin onları düşünebilir;  akıl onların içini ve dışını kuşatırsa iste o zaman nefse düşünen adı verilir. Açıklama yapmasa ve dille söylemese de adama düşünen denir. Sayfa 52

Böylece, akıllı kişi bilecek ki, düşünen insan, Allah’ın kitabını kendine örnek alan ve Allah’ın kelimelerinin içeriklerini tasavvur eden kişidir. Söylediğimiz şeyin hakikatini bilmeyen söyleyici olsa da dilsizdir; onu anlamayan dinleyici olsa da sağırdır. Nitekim yüce Allah “onlar sağırdır dilsizdir kördür. Onlar düşünmezler” diye buyurur. Sayfa 52

Demek ki düşünme,  hallerin en değerlisi,  vasıfların en yücesi,  konuşma ve sözün temelidir.  Mahiyeti ise nefsin,  bilinecek şeylerin biçimlerini tasavvur etmesi ve hangi dilden ve hangi ifadeyle olursa olsun,  nefsin,  akıldan geçen şeyleri başkasına duyurabilmesidir. Sayfa 53

Düşünmenin mahiyet ve şerefi, belirttiğimiz şeylerle anlaşılmış ve düşünen kimsenin, nefsi Allah‘ın kitabının bir örneği ve kalbi Allah‘ın kelimelerinden bir nüsha olan kimse olduğu iyice belirmiş oldu. Şu halde, düşünen kimse Rabbini duyabilir ve başkasını duyabilir.

Düşünme insanlık şerefinin sonu ve meleklerin halidir.

Çünkü onlar düşünme ile nitelenmişlerdir. Oysa insan bilkuvve melektir.

Özü düşünme haline geldiği ve cismin askılarından sıyrıldığı vakit birfiil melek olur ve Rabbinin melekleri ona “selam olsun size. Hoşgeldiniz. Oraya sürekli olarak giriniz”  diye seslenir. Sayfa 54

Bilmen gerekir ki; düşünmenin mahiyetini teemmül eden, hakikatine vakıf olan, inceliğinin ve derecesinin hakkını veren kimse, niçin sorusunu sormaya ihtiyacı duymaz. Kesin olarak bilir ki iyilik varlıkta, kötülük yokluktadır.

İnsan, varoluşuna ilkin düşünme ile başlar ve amacına doğru düşünme ile ilerler. Çünkü onun varoluş başlangıcı, büyüme ve biçimlendirme yetisidir. Bu yeti bitkisel nefsin yetilerinden biridir.

İnsanın amacı ise meleklik yetisidir. Bu yeti yüce Allah‘ın kitabında belirttiği Kutsal Ruh’un askerlerinden biridir: “O gün, ruh ve melekler sıra halinde ayağa kalkar.” Şu halde, insan düşünmeden başkasıyla amacına ulaşamaz. Sayfa 54

Anladık ki, insan sadece düşünme ile hayvanlardan ayrılır ve yalnız düşünme ile meleklere benzer. Bu düşünme, kullarına Allah‘ın en büyük bağışlarından biridir. Sayfa 54

İnsan, kemikleriyle madenlere, tüyleriyle bitkilere, delik ve damarlarıyla pınar ve nehirlere benzer. O, yedi yetisi ile yedi feleğe, oniki oyuğu ile 12 burca, kas ve damarlarıyla tomar kağıtlara; iki acı sıvısı, kanı ve balgamıyla dört unsura benzer. Dört unsur; ateş, hava, su ve topraktır. Kısaca, zatının her bir parçası alemin bir parçasına uygun düşer. Dolayısıyla insan şahsı ve kalıbıyla aşağı alemin bir örneği, ruh ve kalbinin nitelikleri ile de yüce alemin örneğidir. Ondaki düşünen nefis başkana benzer; bir başkan gibi güder, yönetir, yönlendirir, buyurur, yasaklar, istediğini yok eder ve istediğini tutar. Düşünen nefis; beden ülkesinde Allah‘ın halifesidir, yoğun kalıpta Allah‘ın hikmetidir, zayıf kulda Allah‘ın kanıtıdır, saf kötülük olan hayvanlık ile saf iyilik olan meleklik arasında uzanan Allah yoludur. Sayfa 55

En zayıf insan, şu latif cevherin şerefine bak. Allah onu, göklerin melekutundan bu karanlık, bulanık, küçük oluş âlemine indirdi ki bu içilecek suyun taşıyıcısı, bu toprağın sürücüsü ve bu harabenin tamircisi olsun.

Bilesin ki; yüce Allah bu heykeli sadece düşünen nefs için yaptı ve bu şehri de sadece onun için kurdu. Ta ki düşünme, bir başkan gibi, kalıp şehrine otursun, beynin ortasından bir taht, beynin arkasından koruyucu bir depo, beynin ön tarafından postacı ve ulak, duyularından casuslar ve kuşlar, önünden dağıtıcı, elinden kanatlar, ayaklarından direkler ve sütunlar, çalım ve hareketlerinden piyadeler ve süvariler edinsin. Nefs, ahiret azığı hazırlamak ve gayesine ulaşmak amacıyla işin başında bu durumlara, yani bu araçlara karşı çok istekli, bu hareketleriyle birlikte olmaya çok hevesli, onlardan ayrılmaya isteksizdir. Böylece o, düşmanlığı sevgiye, aykırılığı uygunluğa, kabalığı yumuşaklığa, yokluğu varlığa dönüştürür. Sayfa 56

İnsanın şerefi düşünme iledir; onun elde edeceği ve ulaşacağı şeyler de düşünme iledir. Sayfa 57

Bilesin ki; düşünme, durumu ne kadar yüksek, değeri ne kadar yüce, şanı ne kadar büyük, kanıtlanması ne ölçüde apaçık, yapısı ne kadar düzgün, temelleri ne ölçüde yüce olursa olsun; yine de o, insan nefsinin sıfatı ve insan aklının bir niteliğidir. Zira düşünme, insan nefsinin ibare ve ifadesinden başka bir şey değildir. İnsan nefsi ile bilen, yapan, algılayan, bilici, diri bir cevherdir. Bilesin ki; bu cevher, yaratılışının başlangıcında ve küçük et parçasına ilk yönelişinde işlenmemiş boş bir cevherdir. Fakat o, biçimleri alıcı ve bilgileri öğrenmeye yatkındır. Onda ne iyi ve kötü ne de bilgi ve bilgisizlik nakışı vardır. Sayfa 57-58

Öyleyse nefs, girme, veya bitişme ilişkisi ile değil de yönelme / gözetme amacıyla bedene iliştiği vakit açık kanıtlamalar ve parlak kanıtlar ile anlaşıldı ki nefs hiçbir anlamda bedene yerleşik olmaz ve ona girmez; tersine o, bedenin bakıcısı ve yöneticisidir. Bu sorun bilinmektedir ve onu açıklamaya gerek görmüyoruz.

Nefs, yaratılışın başında, nesnelerin ilkini aldığı zaman düşünülürlerin anlamlarını almaz; onun duyulurları algılama gücü de olmaz; öncüllerin / ilkelerin bilgileri, söz gelişi tümeller ile tikeller arasındaki ayrılık, bir şeye eşit olan şeylerin kendilerine de eşit oldukları gibi bilgiler nefste olmaz. Çünkü nefs dikkatli bir bakışla ve en küçük bir çıkarımla onlara ulaşır. Sayfa 58

İlk halinde ona saf / yalın nefs, sonra doğal / garizi akıl, daha sonra birkuvve akıl ve bilmeleke akıl, sonra kazanılmış akıl ve daha sonra da birfiil akıl denir. Şu halde, bu nefs, bilinecek şeylerin biçimlerine yöneldiği zaman akletme (akl) denir, düşünülürlerini ifade etmeye muktedir olduğu zaman ona düşünme (nutk) denir. Nefs bir cevherdir, düşünme de onun niteliklerinden biridir. İşte bu anlamdan ötürü yüce yaratıcıya düşünen (natık) adı verilmez. Çünkü düşünen demek, akıllı demektir yaratıcıya akıllı denilmez. Zira akıl bir cevherdir. Akıllı o cevherin cevherliğinden doğar. Yüce Allah cevher değildir. Dolayısıyla o, akıl da değildir. Sayfa 59

Akıl nefsten daha değerlidir; düşünme nefsin niteliğidir. Nefs bir cevherdir ve akıl cevherlik hususunda nefsten daha değerlidir. Sayfa 59

Öyleyse yüce yaratıcı; aklın, nefsin ve düşünmenin, hepsinin birden rabbidir. Akıl, konuşmasından bir eserdir; nefs onun emrinden bir sırdır ve düşünme, yaratılmış kıymetli bir niteliktir. Sayfa 59

Bilesin ki; tümel nefs cisme yöneldiği ( ikbal ) vakit onun yönelmesine insan nefsi denir. Bu yönelme ancak yüce Allah’ın emriyle olur. Tümel akıl cisme yayıldığı (feyz)  zaman onun bu yayılmasına düşünme denir

Tümel nefsin etki ettiği ilk şeye gelince; tümel nefs yalnız mutlak cisme etki etti ve felek diye bir cisim oldu. Aklın düşünmeyi verdiği ilk şeye gelince; akıl düşünmeyi ilkin feleğe verdi ve felek düşünen bir diri oldu. Demek ki felek düşünen bir diğeridir. Daha sonra insan düşünen, ölümlü bir diridir. Öyleyse düşünme akıldan doğar; insanın hayatı ise nefsten doğar. Nefs, ibare bakımından her ne kadar ikili ise de aslında o birdir ve yalnız tertip itibariyle çoğalır.

Belirttiğimiz şeylerle anlaşıldı ki, meleklerin düşünmesi vardır, insanın düşünmesi vardır, tümel aklın düşünmesi vardır, peygamberlerin düşünmesi vardır, bilginlerin düşünmesi vardır, müminlerin düşünmesi vardır. Müminlerin düşünmesi, feleklerin düşünmesine benzer; bilginlerin düşünmesi, meleklerin düşünmesine benzer; peygamberlerin düşünmesi, düşünmeyi veren tümel aklın düşünmesine benzer. Tümel akıl, yaratıcısının özünü bilen, kelimesiyle tamamlanan, feyz ve merhametiyle aşağısındakileri tamamlayan, eşsiz, mutlak bir cevherdir. sayfa 59-60

KONUŞMA

İnsanların sıfatları, birliklerinin çoğalması ve özel varlıklarının (inniyyet) bu sıfatlarla devam etmesi, tanımlarının ve resimleri / tasvirlerinin onlarla belirlemesi için özlerine ilavedir. Nitekim filozoflar tanım ile resmin / tasvirin arasını ayırmış ve onları zati, lazım, ayrılan araz ve ayrılmayan araz vb. diye ifade etmişlerdir; düşünme ile gülme sıfatları gibi. Onlardan ilki (düşünme) tanımda bulunur, diğeri (gülme) ise resimde / tasvirde bulunur. Sayfa 63

İnsanların konuşmasına gelince; kendisine söz denilmeden önce nutki düşünce ve akli sezgiden doğan ve onların düzenli (manzum) bileşkesi olan ifadeye konuşma denir.

Anlam, düşünce odasında gizli-kapalı durduğu sürece ona düşünme denir; düşünceden çıkıp söze yaklaştığı vakit ona konuşma denir. Demek ki düşünme, konuşma olmak için bir dışarı çıkartıcıya ve ileticiye muhtaçtır; konuşma, söz olmak için bir ifade, bir düzenleme ve bir sözcüğe muhtaçtır; söz de hadis olmak için harekete, organa ve ses hecelerine muhtaçtır; hadis, işitme olmak için, belirlediği gibi ona görünsün diye zeki bir kalbe ve anlayışlı bir kulağa muhtaçtır. Bu basamaklar sadece insan hakkında geçerli ve doğru olur. Zira insan, davranış ve sözleri zaman dilimleri içinde tekrarlanarak ortaya çıkan zamanlı bir bileşiktir. Sayfa 66

SÖZ

Bilesin ki; insanın sözü ince / latif olup, havada sabit değildir. Söz ancak ses aracılığıyla ortaya çıkar. Ses, cisimlerin havayla sürtünmesinden meydana gelen bir çarpmadır. Hava sıkıştığı vakit sesleri meydana getirir; ses kesildiği vakit harfleri oluşturur; harfler birleştiği vakit konuşmayı oluşturur; nutki, nefsi ve ruhani anlam, harflere bitiştiği vakit düşünme olur, diller onları dışarı çıkardığı vakit söz olur.

Demek ki söz, havanın o kelimeleri taşıyan bu sesi taşıması suretiyle dinleyicilerin kulaklarına aktarılan, faydalı ve dışarıda olan tam konuşmadır. Sözlerin biçimleri insanların istifade edecekleri şekilde havada dursaydı, insanlar yazmaya ve sözleri kitaplar ve defterler içinde kaydetmeye ihtiyaç duymazlardı. Ancak, hava ince; sesler kesik; sözler havada sabit ve devamlı olmadığı içindir ki, insan nefsleri söylenen şeylerin kalıcı olması için çeşitli yollara ve sebeplere başvurmuşlardır.

Şu halde, söz dillerde dolaşan tam konuşmadır. Dinleyicilerin kulakları alacak şekilde ortaya çıkmadıkça, tam konuşmaya söz denilmez. Çünkü nefste toplanmış, anlaşılır anlama düşünme denir. Düzenli, tam ve bilfiil düşünmeye, konuşma denir.

Düşünme ve konuşma, aracı ve dinleyici olmadan olur. Çünkü sıfat ve biçimin öze ait oluşu gibi düşünme ve konuşma da konuşanın özüne aittir. Söz ancak dışarıdan hitap edilen bir dinleyici ile birlikte olur.

Demek ki düşünen, diliyle sussa da kendisiyle beraber düşünendir; konuşan, beyanda bulunmasa vasfı itibariyle konuşandır; söyleyen ancak muhatabın dilini / tabirini ve dinleyicinin düzeyini öğrendikten sonra, içinin/sırrının anlamlarını açıklar ve bilgisinin anlamlarını ifade eder. Sayfa 71-72

İnsanın sözüne gelince; bir yönden latiftir, bir yönden kesiftir. Latifliği, ruhani anlamlar yönüyle ve söyleyenin durması ve susmasından sonra, havada yok olması veya izlerinin silinmesi yönüyledir. Kesifliği ise araç-gereçleri, basamakları, aletleri, mahreçleri ve sayısı yönündendir. Dolayısıyla insanın sözü, dilinde ortaya çıktığı vakit, beyanından önceki ruhani sözüne oranla kesif olur. Yüce Allah‘ın sözü, bizimkine benzemez; zira bizim sözümüz bir organı çağrıştırır ve süreye ihtiyaç duyar. Fakat O, akıllılara ve ihtiyaç sahiplerine vericidir. Şu halde, onun ilahi sözleri tüm yazıların temelidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Bir şeyi istediğimiz zaman, sözümüz ona yalnız “Ol!“ dememiz ve onun da hemen oluvermesidir. Sayfa 73

Sözün Amacı ve Hakikati

Bilesin ki,  gerçekte insanın cevheri,  akleden,  düşünen,  algılayan,  eyleyen nefstir.  Tüm düşünülür biçimler,  onda bilkuvve vardır. O,  kendinden daha yetkin,  daha akıllı ve daha bilgili birinden öğrendiği ve istifâde ettiği vakit,  bilkuvve bulunan biçimler ortaya çıkar ve nefis,  bilfiil akıl olur ve duyulurları tetkike ve cisimli şeylerin tadını tatmaya ihtiyaç duymaz. Düşünen nefisler saf,  latif ve aydınlıktır. Hiç bir örtü ve hiç bir engel onlara engel olmaz,    Topraktan yapılma bu kalıplarla beraber oldukları,  beden gömleğini giydikleri ve beşeriyet mekanıyla çevrildikleri vakit duyu perdeleriyle perdelenir,  yoğun ve kalın örtülerle örtülür,  anlamları aktarmak ve onları madde ve aletlerden arınmış salt duruluk ve letâfetiyle almak,  onlar için inkansızlaşır.

Kendilerinde düşünülür anlamlar varken nefisler,  dışardan hiç birşeye muhtaç olmayacak şekilde özü bakımından tam ve yetkindir. Fakat alan nefis,  veren nefisten birşey öğrenmek istediği zaman,  her ikisi de beden kalesi içindeyken,  öğrenme yalnız dışardan dinlemekle mümkün olur ve işitme,  nidâ için hazırlanır. Dinleme ancak açıklama ve ifâdeden sonra olur. Dolayısıyla bedendeki dil ve ses telleri hazırlanır ki,  veren âlim,  nefsinde varolan anlamları diliyle ifâde etsin ve onları açıklayarak kulaklarıyla dinleyen alıcıya ulaştırsın.

Nefislerin asıllarından bilgi maddeleri eksik olmasın diye ilahi hikmet,  anlamların sebeplerini hazırlayarak,  kurallarını yayarak ve aletlerini düzelterek bunu yarattı. Nefis konuşmanın anlamını, ifâde edilenin faydasını gösterir bir ifâdeyle bir başkasına ifâde ettiği vakit ona söz denir; her ne kadar bazı dinleyenler,  bir afet,  bir kusur,  bir taksir nedeniyle onu anlamasa da.

Şu halde,  nefsin anlamı ifâdesi iki yoldan biriyle,  yani ya sözle veya yazıyla olur.

Söz,  latifdir ve rûhânîdir. Ne var ki söz,  cismani kesif birşeyle,  yani ses,  hava,  harflerin çıkış yerleri ve şekilleriyle karışıktır. Ses ve harflerin şekilleri,  salt rûhânî anlama oranla kesiftir, Fakat onlar yazıya oranla latiftir.

Yazılan,  defterlerdeki iz ve nakışlardır.

Söz ise nefiste sabit duran izler ve dinlenebilir şeylerdir,  onlara ilave ve fazla birşey değildir. Söz,  konuşanın dilinden çıktığı ve ifâdesi düzene konduğu vakit hava onu harf kutuları içinde ses aracılığıyla taşır;  onu boğazdan,  ses tellerinden ve harflerin çıkış yerlerinden alır ki onlar,  konuşma aletleridir,  tıpkı mezmurların ses aletleri olması gibi- ve dizili,  bileşik ve giysili anlamları dinleyicilerin kulaklarına ulaştırır.

Nakışlar,  hayalde durur; harf şekilleriyle birlikte kulaklara gelen sesler,  onların sicil ve düzeni,  müfekkireye ulaşır;  biçimleri (suver) de hâfızaya gider; madde ve unsurlardan uzak duru anlamları da akıllı nefisle bitişir,  onun süsü ve takısı,  yetkinliğinin aleti,  biçiminin heyeti,  mutluluğunun sebebi ve onu başkalarından ayıran ayırıcı vasfı olur,

İnsanların sözünün hakikati işte budur,

Sayfa 73-74

 

YAZMA

Bilesin ki; kudreti büyük Allah, insanı yaratıp, onu şerefli kıldığı ve onu öteki yaratıklardan üstün tuttuğu için insan türünü sadece yardımlaşarak, dayanışarak hayatlarını sürdürecek biçimde birbirine bağlı, birbiriyle ilişkili ve birbirini koruyucu yaptı.

Dünyanın devamı ve alemin sürekliliği; insanların koruması ve türün temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalarıyla, geçim ve yaşamı dokunulmaz kılmakla, verimli ve yararlı şeyleri gözetmekle, alemi bayındır hale getirmekle olur. Bunlar, sadece çeşitli mesleklerle ve türlü sanatlarla olur. Bir tek insan bütün sanatları yapmak isteseydi buna gücü yetmezdi, başaramazdı. Her durumda bir yardımcı ve dayanışmacı gerekirdi. Bazen bir tek meslek veya sanat bu meslek ve sanatın yapılması veya amacın gerçekleşmesi için bir grup insanı gerekli kılar. Sayfa 79-80

İlmi sanatlar, nesneleri oldukları gibi bilmek, onların hakikatlerini tasavvur etmek ve biçimlerini algılamaktır. Bu tasavvur sadece öğrenmeyle olur. Öğrenme, nefsin yetkinliğini istemek, aklı biçimlerle onu bezemek ve bedensel kötülük ve düşüklüklerden onu uzak tutmaktır.

Öğrenme, öğretme, alma ve vermenin yolu, sözle ve dinlemekle olur. Söz dillerden çıkar; dinleme kulaklarla olur.

Ancak, bilgeler demişlerdir ki: “Söz latif bir yazıdır, yazı kesif bir sözdür.”

Söz dilden kaleme intikal edince işitmenin yerine görme geçer. İşitme söylenene ait olduğu gibi görme de yazılana özgüdür. Dil söylemek ve söyleşmek ( hitap ) için olduğu gibi kalem de yazmak içindir.

Hava son derece inceldiği vakit ateş olur. Ateş de  yoğunlaşmaya başladığı vakit hava olur. Hava incedir, latiftir fakat suya oranla incedir. Ateşe oranınla hava ince değil kalındır, yoğundur, kesiktir. Yazı da şekillere oranla ince, sözlere olan oranla kalındır, yoğundur. Yazı insan arasında elden ele dolaşmasaydı, anlamlar belirlenemez ve nefisler olgunlaşamazdı. Zira isteklilerine rağmen, tüm dillerin istenilen her anlamı söze dökmediği olur ve öğretim boşa çıkar ve öğrenci zayi olur.

Lütfunun bolluğu ve hikmetinin inceliği ile yüce Allah, bazı kullarını ilham etti ve onlar da zihinlerinin duruluğundan, düşüncelerinin rahimlerinden ve gönül madenlerinden bu genel faydayı çıkardılar ve bilginin sürekliliği için iyi bir tedbir aldılar; dillerin yerini tutmak üzere kalemler edindiler; bedenler ruhlara, sedefler incilere ait oldukları gibi yazılanın da söylenilene ait olduğunu ifade ettiler; ruhani bilgileri, şekil kaleleri içinde korudular ve onları defterler ve sayfalar içinde kaydettiler ki bu ruhani bilgiler öncekilerden sonrakilere bir hazine olsun.

Yüce Allah, Peygamberine kalem bilgisini lutfetti ve şöyle buyurdu: “Oku! Kalemi öğreten cömert rabbin, insana bilmediğini öğretti” Yazının şerefindendir ki, yüce Allah onun araçlarıyla yemin etti ve şöyle buyurdu: onun araçlarıyla yemin etti ve şöyle buyurdu:

“Nun. Kaleme ve insanların yazmalarına and içerim!”

Öyleyse yazı Allah‘ın nimetlerinden bir nimettir ve akıllılar yanında onun için iyi bir yeri vardır. Zira yazı akıllı kişilerin zihinlerinden doğan şeyleri korur ve bilgelerin zihinlerinin yakaladığı şeyleri kaydeder.

Yazının eserleri ifade edilen, sözcükleşen kategorileri gösterir; bu kategoriler, şekiller, nakışlar ve örneklerin gerisinde olan sözcük harflerindeki gizli düşünülür ruhani anlamları gösterir. Bu anlamlar kulların nefslerini olgunlaştırır ve ahiret gününde onları mutlu eden Allah‘ın bağış ve nimetlerini gösterir. Sayfa 80-81

Harfler Üzerine

İnsan, etli ve yoğun (kesif) bir cisim ile nefsani ince (latif) bir ruhtan meydana geldiği için aletlere muhtaçtır. İnsan ruhu da karanlık şahıs perdesiyle perdelidir ve tasarruflarında şahsına uygun düşen aletlere muhtaçtır, zira nesnelerin hakikat ve biçimlerini bu aletler aracılığı ile elde eder.

Nitekim insan duyulur ve görülür şeylerin biçimlerini algılamada görme duyusuna muhtaçtır. Görme duyusu bir gözü ve göz bebeğini gerektirir. Göz kütlesi ise yedi tabaka ve üç sıvıdan meydana gelir.

İşitme duyusuyla duymak için kulağa muhtaçtır. Kulak da kıkırdaklar ile içi boş sinirlerden oluşur. İnsan söylemek için damak, dil, dudak ve dişlere muhtaçtır. Onlar da sinirlerden, kıkırdaklardan ve kaslardan meydana gelir.

Allah bunlardan münezzehtir. Zira o tüm varlıkları aletsiz ve gözbebeği olmadan görür. Oysa biz aletler ile görürüz. O tüm sesleri kelimeleri kulak olmadan işitir. Oysa biz kulaklar ile işitiriz. Yine O, bir alet, bir damak, bir dil olmadan tüm kelimeleri konuşabilir. Oysa biz aletler ve harflerin mahreçleri ile konuşuruz. Sayfa 89-90

İnsanların ihtilaf etmesi, mizaç ve anlayışlarının farklılığını gösterir. Bilesin ki; yüce Allah insan bedenini yeryüzü toprağının toplamından yarattı. Bu toplamaya toprağın iyisi kötüsü, sert, yumuşak, kırmızısı, siyahı ve beyazı dahildir.

Her şahsa belli bir bileşim ve özel bir karışım verdi. Bu bileşim ve karışımdan ona özgü ve tabiatının durumuna göre güç ve takati oranında onda tasarruf eden bir mizaç doğdu. Bu durum insana özgü olmayıp, aynı zamanda tüm yaratıkları, hayvanları, bitkileri ve cansızları da kapsamına alır.

Her şahıs mizacı ve yeteneği (istidat) oranında nefsi kabul eder. Mizacı ölçülülüğe ( itidal ) ne kadar yakınsa yeteneği de o kadar güçlü olur.
Yeteneği ne kadar artarsa nefis o kadar güçlü olur nefsin gücünden akıl gücü doğar.
Akıl gücünden yönetim (tedbir) iyiliği doğar.
Yönetim iyiliğinden de alemin düzeni meydana gelir.

Cisimliliği kabul eden madde, nefsin  gücünden bir şey eksiltmediği gibi ona bir şey de katmaz. Çünkü biçimler vericisinin cimriliği, engellemesi ve eğilimi yoktur; maddelerin kabul etmesi oranında biçimler hazır olur ve bu O’nun takdir ve inayeti iledir.

İnsan mizacının ölçülülüğe öteki mizaçlardan daha yakın olduğu anlaşılmış olunca, bu durumda insanın biçimi tüm biçimlerden daha güzel olur ve insan şahıslarındaki nefslerin yetileri de başkalarınınkinden daha tam ve daha güçlü ortaya çıkar.

Bütün insanlar bir mertebede durmazlar, tersine her birinin bir mizacı ve bünyesi vardır. Bu anlamlar insanların duyularında bulunur: Bir kimsenin görmesi daha keskin, konuşması daha açık ve işitmesi daha güçlü olur ve kendi türünden birinin gördüğünün ve işittiğinin iki katını görür, işitir ve konuşur. Kimi vakit o tüm bunları bir tek halde hata etmeden, bir şey onu başka bir şeyden engellemeden, işiten ve düşünen, söyleyen ve eliyle bir iş yapan biri olur. Durumu zayıf olan başka bir insanın işitmesi görmesini engeller; düşüncesi sözüne engel olur.

Görünüşlerin algısında bu farklılığı bulduğumuza göre düşüncelerdeki,  anlayışlardaki ve sıfatlardaki farklılığın daha çok olduğundan kuşku duymayız. Çünkü onlar daha ince ve daha zordur.
Şu halde, farklılık, İnsanların basireti, düşüncesi ve zihinleri arasında gerekli olduğuna göre, bazen bir insanın basireti diğerinin basiretinden daha güçlü olur; hatta bir insan, fikrinin duruluğu ve sezgisinin gücüyle en kısa zamanda sözgelişi bin sorunu tasavvur eder; başka bir insan bir dış bilgiyi kazanmak veya gizli bir sorunu tasavvur etmek için bütün ömrü boyunca kendini yorar fakat buna gücü yetmez.

İnsanların din konusundaki tüm ayrılığı, bu hallerden ve belirtilen sebeplerle doğar.

Bunu anladığın vakit bilesin ki; düşünen nefisler farklıdır ve basiretler ayrı ayrıdır, yetiler nefislere göredir, tasavvur basiretlere göredir.

Kim kendi payına cehalete razı olursa insanlık basamağında mahrum kalır ve ileride bilfiil şeytan olur. Allah katında hayvanların en kötüsü sağır, dilsiz, düşünmeyen, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini Allah‘ın mühürlediği hayvanlardır.

Sonuç itibarıyla, bir insan kendi adına harflerin kıdemini tasavvur etmekten hoşnut olur; diğer biri hakikat ve mahiyetlerini açıklamadan, harflerin sonradan olduklarını duymakla yetinir; başka biri de harflerin bazen kadim bazen de sonradan olmuş olduğunu tasavvur eder.

Kuşku yok ki harflerin ve Allah‘ın konuşmasının hükmü, nefislerde belirmiş ve akıllar, onlarla ve keyfiyetiyle ilgili konuları çözmüştür.

Fakat iş hissi tartışmacı ile zanni konuşan arasında olmuştur. Oysa işlerin hakikati hissin ve zannın ötesindedir.

Fakat bazı insanlara hissi şeylerin gücü hakimdir, bazı insanlara zanni şeylerin gücü hakimdir, bazı insanlara da cedelin (tartışmanın)  amaçları hakimdir. Sonuç itibari ile onlar aklın açıklamasına aldırmaz ve konuşmayı akılla ve adaletle dinlemekten sağır kesilirler. İşte böylece onlar şeytanla arkadaş olurlar ve basiretleri körelir. Sayfa 93

Gerçekten her insan, aklı oranında tasavvur eder, tasavvur ettiği kadar anlar ve anladığı oranda ifade eder. Sayfa 94

Düşünme (tefekkür) halindeki harfler incedir, hatırlama ( tezekkür) halindeki harfler kabadır ve onlar bir yönüyle ince, bir yönüyle kabadır, yazıldıkları vakit defterlerde her yönüyle kaba olurlar.

Kaba şey çözülme ve bozulmayı kabul eder; olma ve bozulmayı kabul eden şey değişkendir, yok olucudur ve kendi başına var olmaz. Gerçekten ince şey, değişmeyen ve çeşitli maddelerden oluşmayan bir bireydir. Hatta o, çağdan çağa, asırdan asıra, nefslerin asıllarında ve kalplerin cevherlerinde akıp durur. Sayfa 95

Akıllı hür kimseye göstermek yeter. Akıllı zeki kimse pek az bilgiden iyiliğe ulaşıyor; buna karşılık aptal cahil bütün bilgilerden onun ulaştığı iyiliğin yüzde birine bile ulaşamaz. Bu, Allah‘ın bir lütfudur ve onu dilediğine verir. Sayfa 98

Bilesin ki bu kitabı ben yararlanmak için ve isteyerek yazdım. Bunu yazma amacım basiret ve sır sahiplerine bu durumu arz etmektir. Sırları deneyimsiz kimselerden uzak tutmak gerekir. Sayfa 98

Kaynak: Gazali, Düşünme Konuşma ve Söz Üzerine, 2022

isad008_yarimbas


Subscribe For Latest Updates
And get notified every monday at 8:00 am in your mailbox
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular