HomeREADERSLEADERSHIPAtatürk'ün Hürriyet Ateşi

Atatürk’ün Hürriyet Ateşi

Sözlerime başlamadan önce Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya başladığımız bu yeni yılın her Türk vatandaşına ve Dünyadaki tüm insanlara sağlık, huzur, bereket, mutluluk getirmesini, Dünyamızda barış, adalet ve Kardeşliğin egemen olmasını dilerim.

Bugünleri bize hediye eden Mustafa Kemal, politik, ekonomik ve toplumsal değişimlerin tetiklendiği 1789 Fransız devriminden 92 yıl sonra Selanik’te dünyaya geldi.

Fransız devrimi, yarattığı milliyetçi akımlarla bir imparatorluk olan ve bünyesinde çeşitli etnik köken ve dini inanıştan toplumu barındıran Osmanlı imparatorluğunda yenilik taleplerini arttırmıştı. Osmanlı da Batı’dan gelen bu değişim rüzgarına karşılık 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanını ilan ederek özel mülkiyete izin vermiş ve yargılamalarda açıklık sağlanacağını duyurmuştu.

Avrupa’da ise, Belçika’da ortaya çıkan ve diğer Avrupa ülkelerinde 1845 ve 1846 hasat mevsimlerinde yayılan Patates Hastalığı büyük bir açlık salgınına yol açmış ve toplumun yoksul kesimlerinde büyük bir tatminsizlik duygusuna neden olmuştu.

Aynı yıllarda Alman Karl Marx ve Friedrich Engels’in birlikte yazdığı ve 1 Şubat 1848 tarihinde yayınladıkları Komünist Manifesto, özel mülkiyeti bir devrimle ortadan kaldırarak sınıfsız ve devletsiz bir toplum düzeninin gerçekleştirilmesi gerektiğini iddia etmekteydi. Bu koşullar altında devrim düşüncesi toplumun çeşitli kesimlerinde çok sayıda taraftar bulmuş ve sonunda 1848 yılında bu devrimler bütün şiddetiyle patlak vermişti.

Geniş Osmanlı topraklarında da huzursuzluklar kendini göstermekteydi. Bu hızlı değişimlerin yaşandığı dönemde Osmanlı 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanını ilan ederek Balkan’larda ve Ortadoğu’daki gayrimüslimlerin durumlarını düzeltmeye ve çıkar çatışmalarını dizginlemeyi çabalamaktaydı.

Osmanlı, batıdaki sanayileşme ve özgürleşmenin gerisinde kalmasının yarattığı bu sorunların üstesinden gelebilecek durumda değildi.

Bir yandan Fransız devriminin aydınlanmacı fikirleri tüm Avrupa’ya yayılmaya devam ederken diğer yandan Sanayi Devrimini tamamlamış Avrupalı sanayici ve şirketlerin gelirlerinde büyük bir artış görülmekteydi. Köylüler ise bu zenginlikten faydalanamamaktaydı be bu durum da yeni bir fay hattının oluşmasını beslemekteydi. İşçiler günde 13-15 saat çalışıp, sağlıksız ve kirli konutlarda ve zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. Köylerde artan nüfus işsizliğe ve toprak yetersizliğine yol açmış, altyapının yetersiz kalmasına neden olmuştu.

Söz konusu ayaklanmalarla toplumların zenginleşme ve sömürgeler edinme mücadelesi milliyetçilik akımlarıyla da perçinlenmekteydi. Fransız İhtilali’nin etkisi ile milliyetçilik fikrinin yayılmaya başlaması, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan gayrimüslimlerin de kendi devletlerini kurmak istemelerine neden olmaktaydı.

1860’lara gelindiğinde ağırlıklı olarak Balkanlardaki milliyetçilik akımları sonucu yaşanan acılar, Namık Kemal gibi Türk aydınlarında bilinçlenme fitilinin ateşlemesine neden oldu. Atatürk’ün de daha sonra

“Benim bedenimin babası Ali Rıza Efendi, Duygularımın babası Namık Kemal, Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir”

diye ifade ettiği gibi fikirlerinin ateşlendiği kaynak aynı köke sahiptir.

Balkanlardaki milliyetçiliğin Osmanlı’daki karşılığını “Genç Osmanlılar” alarak İslam ümmetinin geleneksel ayrıcalıklarını, gayrimüslimlerle paylaşmayı reddeden bir milliyetçilik fikrini savunmaya başladılar.  Batı’daki Anayasal Monarşi’den etkilenen “Genç Türkler” Meşrûtiyet ile yönetim istiyorlardı ve zorda kalan Saray yönetimine 23 Aralık 1876’da 1. Meşrutiyeti kabul ettirdiler. Böylece üyeleri seçimle belirlenen Meclis-i Mebusan ve üyeleri atama yoluyla belirlenen Ayan Meclisi ihdas edildi.

Saray, sanayileşme, kalkınma ve köklü reformların yapılma ihtiyacını akıl edecek düşünceye sahip değildi ve dünyadaki gelişmeleri tek bir adam rejiminin takip edip gerekli tedbirleri de alması artık imkansızdı. Hatta Saray yönetimi o kadar şuursuzdu ki 1. Meşrutiyet ile halka verdiği hakları Osmanlı-Rus savaşındaki yenilgiyi bahane ederek 1878’de kaldırmış ve Meclis-i Mebusan’ı kapatmıştı.

Bu durumu düzeltmek isteyen Askeri Tıbbiye öğrencileri, Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılmasını ve Kanunu Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını sağlamak amacıyla 21 Mayıs 1889’da gizlice İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdular. Bugünkü anlamı “Birlik ve İlerleme” olan İttihat ve Terakki, kurumların uğradığı saldırılara karşı savunma amacını taşımaktaydı. Bunu gerçekleştirmek için iki haftada bir “Osmanlı Gazetesi“ni çıkarmaya başladırlar.

Mustafa Kemal böyle bir dönemde, 1881’de dünyaya geldi. Çocukluğunda yaşanan bu olaylarla ilgili endişe dolu konuşmaları dinlemiş olması çok olasıdır. Nitekim 26 yaşındayken, 29 Ekim 1907’de 322 üye numarasıyla İttihat ve Terakki’nin üyesi oldu.

Mustafa Kemal arkadaşlarıyla birlikte 1902’de, henüz 21 yaşında harp Akademisi öğrencisiyken, etkilendiği “Genç Osmanlılar“ın Hürriyet fikirlerini yaymak amacıyla elle yazarak çoğalttığı “Minber”, “İrade-i Milliye” ve “Hakimiyet-i Milliye” gazetelerini gizlice bastırmaya başladı. Mustafa Kemal hürriyet mücadelesini korkusuzca ama ketumiyet ve gizlilikle henüz 21 yaşındayken vermeye başlamıştır. Aynı ketumiyet ve gizliliği daha sonra Kurtuluş Savaşında da görmekteyiz. 25 Ağustos 1922‘de, büyük taarruzun yapılacağı gün Ankara’da Çay partisi söylentisini yaymış ve böylece düşman kuvvetlerinin rahatlamasını sağlamıştı. Aynı zamanda Anadolu’da kendisine karşı bir isyanın başladığına dair söylentilerin de yayılmasını sağlamıştı.

Mustafa Kemal Harp Akademisinde iken onun geleceğini ilk önce keşfeden Osman Nizami Paşadır. Paşa, Ali Fuat’ın babası İsmail Fazıl Paşa’nın evinde onunla konuştuktan sonra kendisini mahcubiyetle dinleyen Mustafa Kemal’e şöyle hitap eder:

“Mustafa Kemal Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni taktir etmek hususunda yanılmamış. Şimdi ben de onunla hemfikirim. Sen bizler gibi yalnız erkân-ı harp zabiti olarak normal hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzere müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma, sen de memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.”

Gelecek günler Osman Nizami Paşa’nın kehanetini haklı çıkaracaktır.

Henüz 21 yaşındayken Mustafa Kemal’in yaymaya çalıştığı fikirlerin ve vatan sevgisinin diğer bazı Osmanlı paşaları tarafından da desteklendiği anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal adeta Osmanlı yönetim kadrosunun içinden doğan değerli bir mücevher gibi parıldamaktadır.

Mustafa Kemal 24 yaşında, Ocak 1905‘te Harp Akademisi’ni Kurmay Yüzbaşı olarak bitirerek Şam’a, 5. Ordu’nun 30. Süvari Alayı’nda staj yapmak bahanesiyle fikirlerinden dolayı sürgüne gönderilir. Kendi bölüğünün de dahil olduğu askeri birlikler Havran’a yürüyeceklerdir. Bazı karışıklıklar sırasında “çalınmış malların” geri alınması yani “Emval-i mağsubenin istirdadı” vesilesiyle bir baskın yapılmaktadır. Mustafa Kemal ile sürgün olan arkadaşı Yüzbaşı Müfit görevli oldukları halde bu harekete alınmazlar. Tümen ve Ordu kumandanları, rica ve müracaatlarını reddederler. Ama onlar, kendileri istenmediği halde harekete katılırlar. Kimse kendilerine bakmaz. İş vermez. Aç ve yersiz kalırlar.

Hareketi tertip edenler işlerini bilirler. Havran yağma edilir. Bu arada çok miktarda altın toplanır. Yani kalışmış mallar geri alınırken, hakikatte, Osmanlı mülkünün bir parçası olan Havran’da Osmanlı vatandaşı olan Havran’lıların malları alınır. Mustafa Kemal’den çekinirler ama arkadaşı Müfit’e birçok altın vermek isterler. İşte bu teklifi kendisine haber veren Müfit’e Mustafa Kemal’in söylediği şudur: “Müfit, bugünün adamımı olmak istersin, yoksa yarının adamı mı?”Müfid altınları reddeder. Atatürk’ün ahlaki ilkelerinin daha 24 yaşındayken bir şakul gibi doğru ve kusursuz olduğunu görmekteyiz.

Ocak 1906‘da Osmanlı içindeki kokuşmuşluk ve rüşvet o derece almış başını gitmişken Mustafa Kemal Şam’da “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”’ni kurmaktadır.

Mustafa Kemal’in de parçası olduğu aydınların baskısı ile de 23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edilir ve halk parlamenter demokrasi, seçim ve siyasi parti gibi yeni kavramlarla tanışır.

Aydınların çabaları ilk meyvelerini vermeye başlarken 5 Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı’nın Bosna vilayetini işgal eder ve aynı gün Bulgaristan da bağımsızlığını ilan eder.

Osmanlı’nın dışta kırılgan olduğu ve içte de aydınların çabasıyla durumu düzeltmeye çalıştığı bir süreçte genel durumdan hoşnut olmayan Medrese öğrencileri ve bazı alaylı askerler 31 Mart 1909’da ayaklanarak bazı milletvekillerini, subayları ve İttihatçıları linç etmeleri üzerine, Mustafa Kemal’in Kurmay Subaylığını yaptığı Hareket Ordusu Selanik’ten gelerek bu ayaklanmayı bastırdı. Böylece Meclis-i Mebusan 11 Nisan 1920’de İngiliz işgal kuvvetleri tarafından basılıp dağıtılıncaya ve mebusları tutuklanıncaya kadar çalışmaya devam edebildi.

Osmanlı’nın dışta zayıf düşmesinden ilk faydalananlar ise 1902 yılından beri Trablusgarp’ı alma planlarını hazırlayan İtalyan’lar oldu. İtalyanlar 29 Eylül 1911’de Trablusgarp’a saldırdılar. Geri çekilen Osmanlı kuvvetlerini yönetmek için 8 Aralık 1911’de ve henüz 30 yaşında olan Mustafa Kemal gazeteci kılığında gizlice Trablusgarp’a giderek Kurmay Binbaşı olarak Derne Komutanlığını üstlendi. 22 Aralık’ta Tobruk muharebesini kazandı. Bu süreçte Osmanlı’yı kolay av olarak gören İtalya donanması tüm Akdeniz ve Kızıldeniz’de Osmanlı gemilerini batırarak Beyrut’u da topa tutmaktaydı. Mustafa Kemal az sayıda yerel adamla savaş boyunca İtalyan’lara direnmeyi başarabildi. Bugün Libya’da gördüğümüz anti emperyalist direnişin de tohumlarını Mustafa Kemal’in 1911’de attığını düşünebiliriz.

8 Ekim 1912‘de Karadağ’ın Osmanlı’ya saldırmasıyla Balkan savaşları başlamış ve İtalyan’larla 15 Ekim 1912’de anlaşma imzalanmak zorunda kalınmıştır. Libya, Rodos ve 13 ada İtalyan’ların işgalinde kalmıştır. Balkan savaşları 10 Ağustos 1913‘e kadar devam etmiş ve Osmanlı Midye-Enez hattına çekilmiştir.

Binbaşı Mustafa Kemal, 32 yaşındayken, 27 Ekim 1913’te, Sofya askeri ataşeliğine atandığında Bulgar Dışişleri Bakanlığı, Askeri Kulübünde bir kostümlü bir balo tertip edilmektedir ve ülkede bulunan yabancı devlet temsilcileri de davet edilmiştir. Atatürk yeniçeri kıyafetinin temin edilmesi için bir mektup yazarak Baloda göze batacak bir tesir bırakmayı ve o bahaneyle eski Türklerin zaferlerinden bahsetme fırsatı çıkacağını düşündüğünü İstanbul’a iletir. Kıyafetin bulunması kolay değildir. Kazım Özalp, Genelkurmay Başkanı Enver Paşa ile görüşerek Yeniçeri kıyafetini Sofya’ya İsmail Hakkı Kavala’nın götürmesini, sonrada müzeye iade edilmesi şartıyla sağlar. Mustafa Kemal planladığı gibi Baloda tüm dikkatleri toplayarak Türk savaş zaferlerini herkese anlatır. Bu çabası Osmanlı yönetiminde sesi çıkmayan ama Mustafa Kemal’i bir umut ışığı olarak görenler tarafından da desteklenmektedir.

Mustafa Kemal Sofya’daki görevindeyken sömürgecilik yarışında geç kalan Almanya ve İtalya’nın bu pastadan pay almak istemeleriyle 1. Dünya savaşının ayak seslerini adeta duyuyordu.

29 Ekim 1914‘te adeta 5 Temmuz 1770 Rus filosunun Çeşme baskınının intikamını düşündürürcesine Alman İmparatorluk donanmasına ait, ama bilindiği gibi Yavuz ve Midilli adlarını alan iki savaş gemisi Karadeniz‘deki Osmanlı gemileriyle birlikte Rus limanlarını topa tutarak Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı‘na İttifak Devletleri saflarında girmesine neden oldu. Yarbay Mustafa Kemal’i Sofya’da tutmanın imkânı yoktu, ısrarla cephede görevlendirme istemekteydi ve bu isteği yerine getirildi.

25 Şubat 1915’te Maydos’a gelerek, 26 Şubat’ta da Maydos Mıntıka Komutanı olarak görev aldı. İtilaf Devletleri Çanakkale’yi önce boğazdan donanma ile geçmeyi denedi. Ancak 18 Mart 1915’te Türk Ordusu Çanakkale’de büyük bir deniz zaferi kazandı. Bunun üzerine İtilaf Devletleri Çanakkale’yi karadan geçmeye karar verdiler. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti, Çanakkale’de 5. Ordu’yu kurarak başına Alman Liman Von Sanders’ i atadı. 24 Mart 1915’te Yarbay Mustafa Kemal’in başında olduğu 19. Tümen ise 5. Ordu’nun 3. Kolordusu’na bağlı olarak Bigalı yakınlarında ihtiyatta tutulmak üzere görevlendirildi. Daha önce Balkan Harbi esnasında Bolayır’da da görev yapmış ve tarihte o bölgede olan tüm savaşların harekât planlarını çalışmış ve bölgenin topografik yapısını çok iyi analiz etmişti. Gelibolu Yarımadası’nı Mustafa Kemal’den daha iyi bilen bir subay yoktu.

Düşman savaş gemilerinin bombardıman ile çıkarma harekâtını gerçekleştirmeye başlaması üzerine Liman Paşa, Kabatepe ve onun güney bölgesinin savunmasını üzerine aldı. Bu sırada Esad Paşa ise bölgeye ciddi bir saldırı olur düşüncesiyle Saros bölgesinde bulunuyordu. Yedek olarak bekletilen 19. Tümen ise hâlâ Maydos yakınlarında Yarbay Mustafa Kemal’in komutasında Liman Paşa’dan gelecek emirleri bekliyordu.

Anzaklar 25 Nisan 1915 sabahı saat 05.30’da Kabatepe-Arıburnu bölgesine çıkarak hızla 971 no’lu Kocaçimen Tepe’sine ilerlemeye başlamış olmasına karşın 9. Tümenin 5 ve 7. Alayları Bigalı yakınlarında Kemalyeri’ne2,5 km mesafede hâlâ yedek bekletiliyordu. Yarbay Mustafa Kemal ise bu alaylarla birlikte 971 no’lu Kocaçimen Tepe’sine hareket etmek için ısrarcı olmaktaydı. Çünkü sabah ilk gelen bilgiler çok önemliydi. Bu bilgiyi analiz eden Yarbay Mustafa Kemal düşmanın ilk hedefinin Arıburnu’ndan hareketle 971 no’lu Kocaçimen Tepe’si olduğunu anlamıştı.

Mustafa Kemal iyi yetişmiş güçlü ve kararlı bir askerdi ve daha düşman çıkarma yapmadan düşmanın nereye çıkarma yapabileceğini bilerek sezmiş ve Arıburnu’ndan çıkarak Kocaçimen Tepesi’ne doğru ilerleyecek düşmana karşı tedbir almayı 9. Tümen Komutanı Yarbay Halil Sami Bey aracılığıyla Liman Paşa’dan istemişti. Ancak Liman Paşa Yarbay Mustafa Kemal’e izin vermemişti. Yarbay Mustafa Kemal ise Kocaçimen Tepesi’nin savunmasının bir tek tabura vermenin yanlış olduğunu ve buranın düşman eline geçmesi durumunda cephede savaşın daha ilk günden kaybedilmiş olacağını biliyordu. Yarbay Mustafa Kemal’in Liman Paşa’dan istediği izinlerin olumsuz gelmesi üzerine bu kez tüm risk ve sorumluluğu üzerine alarak Bigalı’dan 19. Tümen’in 57. Alayı ile Kocaçimen’e doğru hareket etti ve bu sayede Çanakkale savaşının sonucunu değiştirecek kuvvetli bir direnç noktası elde tutulmuş oldu.

Liman Von Sanders’in karaya çıkacak itilaf devleti askerlerinin uzun süreli çarpışmalarla oyalanıp diğer cephelerdeki yükü hafifletmek için farklı bir savunma izlediği de düşünülebilir.

Bildiğiniz gibi Çanakkale savaşı 9 Ocak 1916’da Anzakların Gelibolu’dan çekilmesi ve Osmanlı devletinin galibiyeti ile sonuçlandı. Mustafa Kemal bu başarısından sonra Doğu cephesinde Rus birliklerine karşı görev aldı. Rus ihtilalinin etkisiyle savaş bitene kadar Doğu cephesinde çarpıştı ve sonra da Filistin cephesine gönderildi.

Bu süreçte, 1916 ve öncesinde Fransızlar de Güneydoğu Anadolu’da yaklaşık 10.150 Osmanlı Ermeni’sini silahlandırarak Ermeni Lejyonunu kurmuş ve büyük acıların yaşanmasına neden oldular.

1.Dünya savaşı devam ederken İngiliz’lerin Kahire’deki ajanları da bir Arap’lara silah sağlayıp Osmanlı’ya karşı savaşmalarını sağlamış, hicaz demiryolunun sabote edilmesini düzenlemiş ve deve kervanları sahiplerinin Osmanlı mühimmatını taşımaması için telkinlerde bulunarak mükafat göreceklerine ikna etmişti. Mustafa Kemal Ağustos 1918’de Filistin’deki 7. Ordu’yu yönetmek üzere Tuğgeneral rütbesiyle görevlendirildi. 26 Ekim 1918’de Halep’in müdafaasında başarılı oldu ve ilk “Müdafaa-i Hukuk” Örgütlenmesini burada, Mondros mütarekesi daha imzalanmadan 4 gün önce başlattı. 37 yaşına kadar Garp’tan Şark’a her cephede yüksek bilgi seviyesi ve sahip olduğu keskin zekasıyla emperyal devletlere karşı neredeyse tek başına ama arkasında tüm dönem arkadaşlarının, paşaların ve halkın desteği ile ancak silah ve mühimmat olmadan mücadele etti.

Sizce Mustafa Kemal’in tüm savaşlarda başarı kazanmasını sağlayan bilgi nereden geliyordu ?

1.Dünya savaşı Osmanlı’nın mağlubiyeti ve 30 Ekim 1918’de Mondros mütarekesinin imzalanmasıyla sonuçlandı. Sonrasındaki Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve sonrasında devrimler birbirini nefes nefese takip etti.

Mondros ile 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e Gordion’un bağını çözmek ümidiyle çıktılar.

Söylenceye göre; dirlik düzeni kaybolan, birliği bozulan, huzuru kaçan Frigler; bir kurtarıcı arayışına girer. Kâhin onlara, “şehre kağnı ile giren ilk kişiyi kral ilan etmelerini, düzeni onun sağlayacağını” söyler. Fakir çiftçi Gordios kan ter içinde şehre kağnı ile ilk giren olur ve bir süre sonra kral olarak ilan edilir. Gordion’u kurar. Kağnı bir tapınağa konur ve “Çözen, Asya’nın hâkimi olsun” denerek özel bir düğüm atılır. Büyük İskender, düğümü çözmez ama kılıcıyla keser. Kehanet gerçekleşmez.

Gerçekte ise Gordion’un üstüne kurulan şehirlerin dirliğini; süvarileri ve yiğitleri ile, işgalcileri; kağnıları ile de kamyonları kovalayan Mustafa Kemal ve Kuvayi Milliye sağlar.

Mustafa Kemal gencecik yaşta ölen İskender’in çözemediği için kestiği “Gordion Düğümü”nü çözer. Anadolu’yu ve Trakya’yı sahibi olan Türk ulusuna verir.

Daha sonra Atatürk’e İskender’in doğum yerinin de Selanik olduğu kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap verir;

“Karşılaştırma burada sona erer” der ve devam eder:

“İskender dünyayı fethetmişti, ben böyle bir şey yapmadım! O dünyayı istila edeyim derken kendi vatanını unutmuştu. Ben vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım!”.

Benzer şekilde Napolyon’a benziyorsunuz diyen General Townshend’e cevabı ise:

“Napolyon arkasına bir sürü çeşitli milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı ve bunun içindir ki, yarı yolda kaldı. Ben, bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanını kurtarmak davası yolundayım ve başaracağım! “

Atatürk’ün 2200 yıllık Türk devlet geleneğinin içinden geldiğini ispat eden bir başka hatıra ise şöyledir:

İlkokul öğrencisiyken Sn. Öğretmen Fethiye Otman hanımefendi Atatürk’ün huzurunda bir şiir okur. Bu şiirde sultanların milleti soyduğu hakkında bir mısra veya beyti Atatürk’e hitaben söyler. 2200 yıllık Türk geleneğini bilen Atatürk ise:

“Kızım tarihimiz kötüleyerek öğretilmemelidir”

der.

Anıtkabir’deki kayıtlara göre Orhun kitabelerini, Divan-ı Lügat-it Türk’ü ve daha nice yerli ve yabancı dildeki diğer eserleri okuduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır.

Atatürk’ün fikir dünyasını zenginleştiren asıl unsurun okuduğu kitaplar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Şahsi kütüphanesinde Atatürk’ün kendi el yazısıyla not düştüğü 4,600 kitap bulunmaktadır.

Atatürk, Büyük İskender’in savaşlarından tutun dönemin düşünürlerine varıncaya değin tüm insanlık tarihinin eserlerini okumuştur. Bu sayede hem her an karşı karşıya kaldığı zorlukları nasıl aşacağını bilmiş, hem de ülkeyi cehaletten kurtarıp hürriyetine kavuşturmak için gerekli devrimleri hayata geçirmiş ve Cumhuriyeti ilan etmiştir.

Türk ulusunun Hürriyet ateşi olan Cumhuriyet’i korumak ve güçlendirmek, dünya üzerinde insanlığın barış içinde yaşaması için çalışmak her Türk vatandaşının görevidir.

Ancak çok okuyarak ve çok çalışarak Atatürk’ün açtığı akılcılık yolunda Hürriyet Ateşimiz olan Cumhuriyet’imizin sonsuza dek parlamasını, dünyaya barışın ve kardeşliğin egemen olmasını sağlayabiliriz

Kuntay Özkan

15 Ocak 2023


Subscribe For Latest Updates
And get notified every monday at 8:00 am in your mailbox
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular