Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu: Ortadoğu denince aslında Kudüs’ün, Mekke’nin, Bağdat’ın, Şam’ın hele hele Antakya’nın o kadim şehirlerinin bütün dinleri yaratan medeniyetleri kuran devirin felsefesi, tarih bilinci ve tabii devletler mozaiği ve yıkılıp giden çok etnisiteli bir tarih platformu akla gelir. Sümerlerden bu yana arkasından Akadlar, Asurlular, Babiller işte Selçuklular Osmanlılar ve en son Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışında, çözülüşünde, hasta adamın yıkılışında İngiliz Yahudi medeniyetinin girişimleri sözkonusudur.
Bütün o Sümerlerden bu yana devam eden başta da Mezopotamya dediğimiz iki ulu nehrin Fırat ve Dicle’nin beslediği çölü berekete dönüştürdüğü topraklar akla gelir. Orada Ur şehrinden, Eriha’dan, Yüksekova’dan ve birçok Uruk’tan, Basra’dan, Bağdat, Şam, Kudüs, Antakya bir medeniyetler tarihi ile karşı karşıyayız. Dinler tarihi ile karşı karşıyayız.
Kültürlerin, etnisitelerin çarpıştığı zaman zaman insanlık için bir formül aradığı hatta tanrısal denebilecek Sümerlerin tabletlerinde de “suyun yönetimi mesela Sümerlere bize tanrı tarafından öğretildi” denilen tabletler var. Mümkündür ki Orta Asya‘da da aynı Amu Derya ve Siriderya’nın o bereketli iki nehrin arasında su medeniyeti kuran karezlerle yerin altında adeta Turfan şehirlerini ortaya çıkaran kültür Mezopotamya‘da da daha sonra Nil’de de bir medeniyet ve suyun yönetimini kurdu.
Ortadoğu denince aslında başta peygamberler bu medeniyetler yerin altında adeta Turfan şehirlerini ortaya çıkaran kültür Mezopotamya‘da da daha sonra Nil’de de bir medeniyet ve suyun yönetimini kurdu. Ortadoğu denilince aslında başta peygamberler, bu medeniyetler, tarih ve tabii ki hala akan, hala bereket kışkırtan sular akla gelir. Bugün de bu en son Sümerler, Akkadlar, Babiller, Asurlular vesaire, Selçuklular ve Osmanlıların hasta adam olarak İngiliz Yahudi emperyalisti tarafından yıkılmasından sonra onun kurduğu medeniyetin yeni hırçın ve tacizkar kapitalizmin Amerika’ya eklendikten sonra Sykes-Picot’un Osmanlı’dan sonra hasta adamın Ortadoğu’da nasıl paylaştırılacağına dair o meşhur planın hayata geçirilmesi akabinde devam eden sıkıntılar. Bunlar bu emperyalistler.
Burada bizim kendimize ait Ortadoğu’ya yönelik politikalarda hem bir imparatorluk vakıası olarak hem çok evveline Sümerlere kadar uzanan bir tarih felsefesine ihtiyacımız var. Mesela Fatih Sultan Mehmet Han bu felsefeyi bilirdi. Kendinden önceki medeniyetlerin ırmak kenarında ve suya olan yakınlıklarını fark ederek hem Karadeniz’i hem daha sonra biliyorsunuz Sokollu Mehmet Paşa’nın projesidir ama bu Fatih’in de beyninde vardı. Karadeniz’le Hazar’ı birleştiren Tuna’yı kontrol altına alan, Nil’i kontrol altına alan ve Fırat Dicle Basra’ya kadar olan havzayı kontrol altına almanın sebebi nedir?
Biz bugün kıt su kaynakları yönetiminde tarım ve ekolojiye baktığımızda çevre faktörlerini ele aldığımızda evrensel bir proje olarak bile yaklaşsak havza bütünlüğü çok önemlidir. Yani diyelim ki Fırat suyunu alıyoruz, Fırat ırmağımızı alıyoruz, nehri. Erzurum’un, Erzincan’ın dağlarından doğan, özellikle gidip gördüyseniz Kemaliye’nin o bereketli o konakların arasından pınarların içme suyu gibi fışkıran ve Fırat’ı zenginleştiren sular %60’a yakını Türkiye’den temin edilen, kaynaklanan sular ve bütün Mezopotamya‘yı dolaşıp Basra’ya dökülüyor.
Burada Osmanlı mesela Birecik’te tersane açarak gemilerle Basra’dan ta Fırat’ın içlerine kadar uzanacak gemi ticareti, su ticareti yapıyordu. Yani Basra’ya gelen gemiler Fırat’tan, Birecik’teki tersanedeki gemilerden Anadolu’nun içlerine kadar erzak taşıyordu. Bu İpek Yolu kadar önemli bir proje. Bugün Birecik tersanemiz var mı? Yok. Bugün o sularda gemi yüzdürebiliyor muyuz? Hayır. İşte Fatih’in kafasında bu havza bütünlüğü fikri vardı. Sanki bugünkü ekolojiyi, bugünkü tarımı, bugünkü çevre bilimini okumuş gibi Fatih bir havza bütünlüğü öngörür. Bugün olan bu havza bütünlüğü yerine bölgede Sümerlerin de Akadlar tarafından yok edilişi gibi maalesef bir göç problemiyle karşı karşıyayız.
Ortadoğu sularını yazdığımda Avrupa Birliği’yle karşılaştırıldığımızda Ortadoğu’da bizim o zaman Avrupa Birliği, daha doğrusu Avrupa Ekonomik Topluluğu üyeliğimiz daha İngiliz Yahudi hakkı neyse masada. Bugün de o gündemde. Yani önümüzde bütün Ortadoğu’nun etnik problemleri var. Başta da suyun yönetimi önemlidir. Ama unutmayın ki, bu emperyalistlerin bir de geri kafalılığı var. Bunu son söyleyeyim bitireyim. Emperyalistlerin geri kafalılığı şudur. Tarih öncesi kültürlere hani müzelere olan saygısızlığından diye başlayalım. Antakya’ya bizim Hatay’ımıza Şam’a Bağdat’a Kudüs’e aşağıda efendim Mezopotamya‘nın o kadim medeniyet şehirlerine başta kadar uzanan Uruk, Nippur gibi birçok Sümer, Akad ve medeniyetlerin önemli şehirlerine de bir tarih iddiasıyla dinlerin de beşiği olması hasebiyle el koymaya da çalışıyorlar diyebiliriz. O yüzden uyanık olmamız gerekir.
Biz; bilimi esas almalıyız. Su meselesinde devlet yönetiminde ve dış politikada bilimi esas alırız. İki; tarihsel birikimleri yani Ortadoğu’nun Sezai Karakoç’un da dediği gibi Ortadoğu kalemi olabilecek buradaki medeniyeti belki o kültürü işte Bağdat’ı, Şam’ı eskisini, eski Kudüs’teki gibi ne bileyim bizdeki efendim Hacı Bektaşların, Yunusların, Mevlanaların yaratıldığı o kültür ortamını yeniden inşa edebiliriz. Belki bu bir anlamda Piyano Filmini ortaya koyan İsraillilerin de bazı her Yahudi bütünüyle Siyonist değildir. O masum Yahudilerin de Amerikalıların da Avrupalılarında kalbini çelebilecek evrensel değerleri kültürü, şiiri, sanatı gündemi getirerek burada bir barış içinde bir arada yaşama sanatını geliştirebilmeliyiz. Bunun tarihsel dokümanları birikimi Türkiye’de ve bölge halklarının da elbette vardır. Bunu tekrar hayata geçirebilmenin bunu sanata geliştirebilmeliyiz. Bunun tarihsel dökümanları, birikimi Türkiye’de ve bölge halklarının belleğinde vardır. Bunu tekrar hayata geçirebilmenin, bunu sanata, mimariye, şehir yönetimine hakim kılmanın sancısını yaşamalıyız. Diyip sözümü bağlayayım.
Levent Ağaoğlu: Lütfi Bey’e sunumu için teşekkür ediyorum ben de. Ama burada çok kritik bir soru soracağım. Ondan sonra da havzalar konusuna gireceğim. Lütfi Bey neden Orta Doğu kavramını kullanıyor? Orta Doğu emperyalist bir kavram. Türkçe değil. Middle East ve ilk olarak Hindistan’da kullanılmış. Daha sonra bölgemize kaydırılmış. Stratejik bir kavram. Ama onun yerine bir Akdeniz havzası kavramını Lütfi Bey neden kullanmıyor? Yadırgadım. Bunu gerçekten çok yadırgadım. Çünkü Türkiye’de sürekli olarak İngilizceden tercüme kavramlar Türkçe olarak kullanılıyor. Siz de emperyalizmden bahsediyorsunuz ve emperyalizmin çok temel bir kavramına yaslamışsınız konuyu. Şimdi bu eleştiri tarafım açık sözlülükle.
Diğer tarafı ise şimdi bu su havzaları konusu, su ve havza benim çok temel bir konum, temel bir yaklaşımım. Şimdi baktığımız zaman ben siz programı sunarken dokuz tane havza saydım.
Su Havzaları
Akdeniz
Altaylar
Aral
Balkaş
Baykal
Don/Dinyeper/Dinyester
Hazar
İdil (Volga)
İndus-Ganj
Karadeniz
Türkiye dışında dokuz havza. Türk dünyası özelinde dokuz havza. Akdeniz, Altay’lar, Aral, Balkaş, Baykal, Don-Dinyeper-Dinyester, Hazar, İdil, İndus Ganj. İndus Ganj dedim, tarihi olarak orası Türkiye’dir. Türk coğrafyasıdır. Şimdi burada benim merak ettiğim sizin yaklaşımınızda benim bilmediğim bir şeyden bahsettiniz. Birecik’te Osmanlının tersane kurduğundan söz ettiniz. Ben bunu hiç bilmiyordum. Teşekkür ederim bu bilgi için.
Türkiye dışındaki Türkistan‘daki su havzalarından ne şekilde yararlanabiliriz? Ya tamam ben mevcut durumda, güncel durumda böyle bir kaygının söz konusu olduğunu hiçbir şekilde düşünmüyorum. Böyle bir kaygı yok yani, böyle bir kavram yok. Altay’lardaki su havzaları değil mi? Yani bu bütün beş nehirin (Obi, Lena, Yenisey, Angara, Selenge) suyunu toplayan Altay’lar ve orada Rusya’nın güney sibirya’sındaki Hakasya, Tuva, Altay, Saka cumhuriyetleri ile Kazakistan, Doğu Türkistan ve Moğolistan var.
Dr Lütfü Şehsuvaroğlu: Efendim gibi önemli bizim için de. Bu Türk dünyasındaki su havzalarının bütünlüğü mesela. bu kitabımda benim bir bölüm sadece literatür olarak bu Orta Doğu’yu tartışmaktadır. Emperyalizmin verdiği isimlerle de tartışmaktadır. Orta Asya demeye biz Türkistan diyoruz zaten onun gibi. Bunları ben kitabımda tartıştığım için biliniyor zannettim. şimdi mesele şu, bu bazen siz bunların yani bütün evrensel yaklaşımların çerçevesinden de yola çıksanız yani Türkistan‘a Orta Asya da deseniz Avrasya da deseniz mesela biz dernek kurarken Türk Dünyası Yazarlar Birliği’ni Avrasya Yazarlar Birliği ismini verdik. Ama edebiyat dergimizi Kardeş Kalemler dedik. Şimdi burada farklı kalem oynatan coğrafyadaki, kültür coğrafyalarındaki insanları da sizin ortak paydanızda, endişelerinizde, dünyanızda tartışabilmek içindir. Şimdi şüphesiz Türkistan‘da ısrar edilebilir ama burada önemli olan Sovyetler Birliği döneminde mesela biraz önce zikrettiğiniz söylüyorum.
Aral ile ilgili biz Hayrettin Karaca ile de yani Aral’ın kurumasıyla ilgili sayısız literatür hazırladık. O pamuk ticaretinin ve tekstil fabrikalarının başka bir yerde oluşu Sovyetlerin plan dahilinde Türk dünyasının sömürülmesinden kaynaklanan ve o büyük kanallarla tarım, efendim tarlaların sulanması ve Aral’ın çölleşmesi bütün bunların filmlerini de yaptık. Kitaplarını da çıkardık, ben konuşmamda da değindim.
Sümerler de Türkistan‘dan gelen bir kavimdir ve tabletlerinde su tekniğini, o çark sistemini, değirmen sistemini ve suyun tarlalarda kullanılması biçimini tanrıdan öğrendiklerine dair tabletlerde iddiaları var. Bu Türkoloji okuyanlar tarafından yani Türkologlar tarafından da tartışılmaktadır. Bazıları Sümerlerin işte Türk olup olmadığını meçhul olduğunu söylemekte ise de Sümerler Türkistan‘dan gelen bir kavimdir.
İsmini zikrettiğiniz sularla ilgili, vesaire. Amerika’da, işte Nil’de şimdi savaş var. Güney’de büyük bir baraj yapılıyor, dünyanın en büyük barajı. Milli doktrinlere baktığımızda su ile ilgili birincisi genel hakimiyet, mutlak hakimiyet teorisidir. Sular bizimdir, kimseye vermeyeceğiz şeklinde. İkincisi sınırlı hakimiyet, suların ne kadarı senden kaynaklanıyor. Onun işte sınır aşan sulardaki ölçüsü. Üçüncüsü bu doktrinin en değerli olanı ve herkes tarafından kabul edileni suların hakça ve akıllı kullanımı.
Şimdi şüphesiz mutlak hakimiyet teorisi üzerinden giderek suları kendi içimizde akıtabiliriz. Yani Fırat’ı Basra’ya götürmeden Anadolu’da tüketebiliriz. Ya da Seyhan Ceyhan’ı efendim veya diğer iç suları denize dökülmeden, deltalar oluşturmadan kullanabiliriz. Ama bilim şöyle diyor; yani ekolojiyi bozamazsınız. Evet, bozamazsınız, o yüzden de akması gerekir. Elbette ki tasarruf etmelisiniz ama ekolojiyi de bozamazsınız. Şimdi hakça ve akıllı kullanımında bizim araştırmalarımızda, kitaplarımızda da var.
Levent Ağaoğlu: Hocamıza çok kısa bir soru soracağım. Kendi sadece soru soracağım. Sümerler, Lütfi Bey çok güzel bilgiler verdi. Sümerler Türkistan‘dan Basra Körfezi’nde bulundukları bölgeye su ile ilgili hangi teknikleri getirdiler? Çok teşekkür ederim.
Dr.Lütfü Şehsuvaroğlu: Evet, mesela bu Mısır’da da Nil’in taşmasıyla yapılan tarım tekniklerini Sümerlerden aldılar. Bu çark sistemi, suyun belli bir yüksekliğe çıkarılması. Bununla ilgili kitabımda şekiller var. Ama şimdi burada gösteremiyorum. O birçok tekniği aldılar. Hatta tabletlerinin bazılarında “bize bunu Tanrı öğretti” diyorlar. Yani Sümerlerle ilgili çok kitap var. Bunlarda sağlıyoruz ama en önemlisi tabletler. Biliyorsunuz okundu birçok tablet. Binlerce tablet okundu. Bunların içerisinde bunları görebiliyoruz. Su konusunda çok kitabım var. Sümerlerle ilgili yeni bir kitap hazırlıyorum. Fırat’ın tarihi ile. Muhteşem.